9 Mart 2010 Salı

Okul


Aklı Güney Afrika Cumhuriyeti’ndeki Dünya Kupası’nda kimi çalıştıracağında olan Hiddink, Oğuz Çetin’e liste e-mail’leyip “Bunları çağır” demediyse hazırlık maçı milli takımdan ziyade Oğuz Çetin için hazırlık maçı olmuş demektir.

NTV Spor
Güncelleme: 20:23 TSİ 08 Mart. 2010 Pazartesi
Hiddink’le anlaşılmasının hemen ardından oynanan Honduras hazırlık maçı herkesin ilk sinyalleri almaya çalıştığı bir maç oldu. Aday kadronun nasıl ve neye göre çağırıldığını bilmiyor olmaktan ötürü sinyal zayıf kaldı veya biz alamadık. Terim döneminde çeşitli nedenlerle kadroya çağırılmayan ve tartışma konusu olan isimlerin yine çağırılmamasına anlam veremedik, yeni isimler vardı ancak onlar da dakika alamadılar. Nezaketen yumuşak bir geçiş mi yapılıyor yoksa böylece devam mı edecek bilmiyoruz. Milli takım hocasının kim olması/olmaması gerektiğine dair kafa yorduğumuz dönemde “Bizi ve futbolumuzu tanısın, oyuncu havuzumuzu bilsin, el değmemiş alternatifleri kullanıma soksun” beklentilerimiz vardı.

Aklı Güney Afrika Cumhuriyeti’ndeki Dünya Kupası’nda kimi çalıştıracağında olan Hiddink, Oğuz Çetin’e liste e-mail’leyip “Bunları çağır” demediyse hazırlık maçı milli takımdan ziyade Oğuz Çetin için hazırlık maçı olmuş demektir. Bu nedenle milli takımımızda hemen aniden bir total futbol ve portakal kokusu beklemek de çok gerçekçi değil. Milli takımların alt yaş gruplarında gidilen yeniden yapılanma ise daha şiddetli. Ersun Yanal yönetiminde milli takım altyapı hoca yapılanması değişti. Özellikle altyapının önemi üzerinde bu kadar durulurken oradaki başların sürekli değişiyor olması problem. Ne zaman problem olmazdı, “Türkler otobüse binene kadar maç bitmiş sayılmaz” dışında tarif edilebilen bir ekolümüz olsaydı.

Yeni hocamızın memleketinin A milli takım bazında bulunduğu nokta çok parlak değil, iki kez Dünya Kupası finalinde kaybeden Portakallar ’88 Avrupa şampiyonluğu haricinde zirvede olamamışlar. O şampiyonadan sonraki tüm Avrupa Şampiyonalarında en az çeyrek final görmüş olmalarına rağmen sevenlerini yarı yolda bırakan bir ekol. Kulüp takımları eski günlerinden uzak. Oyuncu ihracatı konusunda Avrupa’nın belki bir numarası ve başka ülke liglerinde oynayan oyuncuları da genelde fark yaratan nitelikteler. Teknik adamlık söz konusu olduğunda da herkesin dönüp o heyecan verici zevkli futbolu oynatan hocalara göz kırpması bir o kadar doğal.

Hele ki Hiddink ismi artık teknik direktör arayışında olan kalburüstü tüm takımların, ister milli takım ister kulüp takımı olsun, aklına gelen ilk isimlerden. Bu tarz bir kaç hoca var, Yüzüklerin Efendisi’ndeki Gandalf gibi, Star Wars serilerindeki usta Jedi’lar gibi, girdikleri ortamda saygı uyandıran ve değişime önayak olan isimler. Bu noktadan sonra tarz ve ekol olarak vatandaşı oldukları ülkenin kalıplarının dışına çıkıyorlar, bu nedenle de alıp getirdiğinizde “Hollanda futbolu iyi yerde değil ki artık” diye burun kıvrılamıyor.

Piontek’ten bu yana milli takımda yerli isimlerle yola devam ediyor olmamız futbolumuzun bu ulusal zirvesini bu tür ekol tartışmalarının dışında tutabilmişti. Terim’in gidişinden sonra federasyonumuzun “Kariyerli hoca” haricinde belirgin nitelik belirtmeksizin yabancı hoca ısrarını dile getirmesi bu konuyu biraz diriltti. Onların o dönem sığ gözüken ve ancak Hiddink’in iknasıyla saldırılardan kurtulmasına izin veren bu tanımlaması milli takımımıza özgü değil.

Ersun Yanal’ın, Hiddink’e A milli futbolcu yetiştirecek kadroyu idare edecek olmasının benzeri modelleri tüm kulüp takımlarımızda da var. Üstyapı kulübü olarak sivri bir örnek olan Fenerbahçe’nin bu konuda devrim sayılabilecek Joop Lensen hamlesini hatırlayanlar vardır. Daha sonra onun oluşturmaya yeni başladığı sistem daha oturmadan onun elinden alınıp Şenol Çorlu’ya bırakıldı, davul zurnayla getirilen Joop Lensen, artık alışılageldik bir hal alan Fenerbahçe kulüp yönetimi tavrıyla sessiz sedasız gönderildi. Şimdi ise Galatasaray Tugay Kerimoğlu hamlesi yapıyor. Beklentiler onun bir Guardiola’ya dönüşmesi. Bizdeki örneklerin çoğu başkaları üzerinden, sorunun temeli belki de bu.

Macar’ından tutun da, eski Yugoslavya’sına, Almanya’dan İngiltere’ye kadar pek çok ekolün dönem dönem etkisine giren futbolumuzun bugünki durumuna baktığımızda öykünecek yer bulmakta zorlanıyor, bulduğumuzu sandığımızda ise Fenerbahçe’nin Aragones örneğinde olduğu gibi duvara sertçe çarpıveriyoruz.

En tutarlı olanı Galatasaray gibi gözükürken onların tutturduğu doğru yol, farklı ülke ve liglerden hoca seçseler de kendi ana çizgilerinin dışına fazla çıkmamaları. Bunun belki tek istisnası “korkak” diye gönderilen Lucescu’nun garantici oyun anlayışı içeren sistemi. Fenerbahçe ise daha önce de değindiğimiz gibi o ana çizgilere sahip olmadığı gibi, beş benzemez hocalarla yola devam edip sistem aşuresi yapmayı seçiyor, o geçişler hep sancılı oluyor, tam meyvesinin yenileceği dönemde elden kaçan şampiyonluklarla aşureyi yeni malzeme ekleyiveriyorlar. Parreira’yla bulaşan Brezilya ekolünün defansif çakması, her nasıl oluyorsa o gittikten 15 sene sonra bile etkisini yoğun hissettiriyor. O ekole Daum’la bulaşan Alman mantalitesi manzarayı kurtarmıyor çünkü onun da oyuncu tercihleri o ülkeden. Beşiktaş’ın hali de Fenerbahçe’den hallice. Fenerbahçe’nin turşu-baklava ikilisi Alman-Brezilya ekolü gibi, çirkin bile olsa adı konmuş bir tarzı yok. O yüzden transfer yekünü de son senelerde bu klasmanın olağan lideri Fenerbahçe’den epeyi kabarık. Her gelen giden hocayla kadro ve oyun yapısı dönüşüveriyor. Denizli’yle bir yol tutturmuş olan siyahbeyazlıların Denizli’den sonra ne yapacağı belli değil.

Böyle olunca saha içinde Arda’dan Messi beklediğimiz gibi Tugay’dan Guardiola, Aykut’tan Valdano olmasını bekliyoruz. Herkes “Futbolun gerçekleri çok basit” derken yarısı yabancılardan oluşan onbirler o çok basit olanı sergilemekte zorlanıyor. Ya yerlilerimiz tembel, ya yabancılarımız adapte olamıyor. Geldikleri takımlarda yaptıklarını Türkiye liglerinde yapamayan pek çok yabancı var, veya hiç olmadı tembelleşiyorlar, geldiklerinde üzerlerinde olan beklentileri karşılayamayacak şekilde potansiyellerini harcıyorlar.

Sportif direktör, şube kaptanı, genel menejer, adı ne olursa olsun, uzun vadeli bir kulüp politikasının eseri olarak yetkilendirilip seçilecek başkan ve yönetimler tarafından çok da bozulmayacak bir yol haritasının parçası olmadıktan sonra, ne bu ünvanların anlamı var, ne de hevesle imzalanan altyapı sözleşmelerinin. Bu kulüp takımları için de böyle, milli takımlar için de. Dönemsel değişiklikler oyun ne olursa olsun, kural gerektiriyorsa kaçınılmazdır. Ama belki de en kötü genetik huylarımızdan olan adamcılık merakımız bizde bu tür yapılanmaların önüne geçtiği sürece herhangi bir ismin yerinin boşalması kaosa yol açacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder