31 Temmuz 2010 Cumartesi
30 Temmuz 2010 Cuma
Kürşad ATAGUN

Nikola Tesla Ve Gerçekler
Simdi bircogunuzun bu da kim dedigini duyar gibiyim hatta ve hatta bilimsel gelismelerle yakindan ilgili bircok kisi icin dahi ismi cok az gecen bir bilim adami Nikola Tesla... Size biraz ondan bahsetmek istiyorum. Kimdir bu adam? Ne yapmis, bilimseler calismalari neler, bir dahi mi yoksa dikkate alinmamasi gereken tarihin derinliklerinde kaybolmasi gereken bir bilim adami mi? Burada anlatmamizin asil sebebi ne, bilimsel sahsiyetinin onemi mi yoksa kiyamet senaryolarinin nasil gerceklestigini anlamamizi saglayacak kisi mi?
Tesla, 9 Haziran 1856 yilinda Arnavutlukta dogmus Sirp asilli bir bilim adami. Hayati tamamen mucadele ve bilim alanina yeni seyler katmakla gecmis. Fakat 7 Ocak 1943 yilinda patenti kendisine ait olan tam 700 bulusla tarihe gecmis olan TESLA bir otel odasinda yalniz basina bes parasiz olarak olmustur... Hatta ve hatta oldukten sonra dahi bilim alaninda yaptigi onca bulusa ragmen ne hikmetse gizli bir el tarafindan adi ve calismalari ders kitaplarindan bile silinmeye calisilmistir...
Ancak o siradan bir bilim adami degil bugun halen gunumuzde bir cok alanda hatta ve hatta kimine gore elektrik ve elektronik cagi kimine gore de uzay cagi dedikleri gunumuzde halen onun buluslarindan yararlanmakta ve hergun onun bilimsel olarak ifade ettiklerini gunumuzde "cok gizli" ibaresi altinda bir cok devlet arastirip-gelistirmekte daha dogru bir ifadeyle onun insanligin hizmeti icin kullanilmak amaciyla yaptiklarini kendi amaclari icin kullanmaktalar...
TESLA`NIN BULUSLARI
AC Akim Jenaratorleri ve Motorlari, Radyo, Florasan, Radar, MRI, Laser Teknolojisi, Robot Teknolojisi, Deprem Makinasi ve daha niceleri aslinda bu bilimi adami sayesinde gunumuzde kullanilabilmekte.
Sirp asilli olan bu dahi bilim adami aslinda bir elektrik muhendisi ve gunumuzde kullanilan AC motorlari ve akim jenaratorlerinin muciti. Tesla ilk olarak Graz Universitesi`nde fizik ve matematik uzerine calismaya baslamis daha sonra Prag Universitesi`nde felsefe egitimi almistir. Macaristan`da ve degisik Avrupa ulkelerinde elektrik muhendisi olarak calismis ancak buluslarinin anlasilmamasi uzerine 1884 yilinda Amerika Birlesik Devletlerine gelerek calismalarini burada surdurmustur... Kisa bir donem Edisonla da calisan Tesla burada kendisini hazmedemeyen Edison tarafindan bir dusman ilan edilmistir... Daha sonra calismalarina degisik kisi ve kuruluslarca destek verilmesiyle hiz veren Tesla Niagara`da bulunan ve halen faaliyette olan ana enerji santralinin kurucusudur... Gunumuz elektrik santrallerinin ilk kurucusu Tesladir ve hala dunya onun sistemiyle aydinlatilmakta yani AC Akim Jenaratorleri ile...
Ancak Tesla hicbir zaman bu buluslari nedeniyle on plana cikartilmamis veya kasitli olarak calismalari son derece gizli tutulmus degil elbette, onun calismalari aslina zamaninin cok otesinde yani gunumuz icin de kullanilan teknolojinin ta kendisidir... Yaptigi her bulus ile gazetelerde ve bilim dunyasinda yakindan takip edilen bu bilim adami ne hikmetse gunumuzde yeterince tanitilmiyor. Sanki gizli bir el olumunun hemen ardindan onu ve buluslarini dunyadan silmek istemis gibi...
Aslinda bircogumuzun dusundugu gibi Edison ampulu bulmus olmakla elektrigin babasi sayilimakta ancak tarih bize bunun yanlis ogretildigini ve gunumuzde kullanilan elektrik ve elektronik teknolojisinin aslinda babasi TESLA`dir diye adeta haykirmakta... Dunya uzerinde ilk defa elektirigin bir yerden bir yere kablosuz ve cok yuksek miktarlarda iletebilecegini soyleyen Tesla bunu yaptigi buluslarla da defalarca ispat etmis ve patentlemis ancak zamanin en buyuk elektrik isletmecisi olan General Electric`in arkasındaki güç J.P Morgan Tesla`nın kablosuz enerji iletim projesi; enerjinin ücretsiz ve kablosuz olarak doğal ortamlar üzerinden iletilmesi durumunda para kazanamayacak olmasini anlar anlamaz ona sagladigi finansman destegini kesmesiyle bu konuda gelinen basarili noktayi adeta bitirmistir... Eger bu olmamis olsaydi bugun dunyanin heryerinde insanlar elektirigi ya son derece ucuz veya ucretsiz ve yine kablosuz olarak kullanabiliyor olacakti...
Yine Tesla yaptigi calismalarla dunyada ilk defa dunyanin katmanlarindan iyonosferin insanligin yararina kullanilabilecegini soyleyen ve bunu da kanitlayan bilim adamidir. 19. yuzyilda kesfedilen Iyonosfer tabakasi dunyanin uzerinde bulunan ucuncu sira katman olup elektrik enerjisinin ve radyo,ses ve elektro manyetik dalgalarinin kablosuz olarak cok uzak bir noktadan bir diger noktaya tasinmasinda en buyuk rolu oynar. Bu yuzden Tesla iyonosferle ilgili bircok calisma yaparak dunyada yine bir ilke imza atar ve bu amacla dunyadaki ilk radyo yayin merkezi ve kablosuz elektrik tasima merkezi olarak nitelendirebilecegimiz Shoreham, Long Island da 1901-1905 yillari arasinda Wardenclyffe Kulesini insa eder ve bu kule halen ayakta.
Ayrica uzaydaki hayatin varligi ile yakindan ilgilenen Tesla dunyada ilk defa 1899 yilinda kendi labaratuarindan uzaya ses dalgalari godererek uzaydan kozmik ses dalgalari kaydini yapan bir bilim adami. Bunu dunyaya duyurdugunda ise ona bilim dunyasindan hic kimse inanmamisti cunku o zamanlar kosmik radyo dalgalarindan dunya bilim camiasinin haberi yoktu. Yine bundan bir yil once dunya da ilk defa uzaktan kumanda ile kontro edilen bir araci Mayis 1898`de Madison Square Garden`da dunyaya tanitti. Bu arac ozel yapilmis suda uzaktan kumanda ile yonetilen bir bottu. Tanitim sirasinda bircok kisi Tesla`nin bunu beyniyle kontrol ettigini dusunurken Tesla tanitimin sonunda bulusunu nasil kontrol ettigini acikladi ve bunun uzerine New York Times gazetesinin bir yazari Tesla`nin bir uzaktan kumanda ile yonetilen silahli bir denizalti yaparak savasta kullanilmasini onerdiginde Tesla gazeteciyi duzelterek "Orada uzaktan kumanda ile yoenetilen bir torpido gormuyorsunuz, orada ilk robot irkinin temsilcisini yani insanligin hizmetinde kullanilabilecek onlarin islerini azaltarak yapacak mekanik adamlari goruyorsunuz" der.
Iste bu bulus sayesinde uzayda dahi uzaktan kumanda ile kontol edilebilen uzay mekikleri, uydular ve cesitli silahlar gelistirildi.Bugun uzaygemisi uzaktan kumanda merkezleri Tesla`nin prensipleri dogrultusunda islemekte. Yani Tesla elektrigin babasi olmakla yetinmemis ayrica radyo astonomisinin babasi unvanini da bu sebeple kazanmis olmasi gerekiyor. Tesla radyo dalgalari ve uzaktan kontrol sistemlerinin kesfedeni olarak dahi bugunku astronomi ilminin babasi konumunda ve aslinda gunumuzun astonomi ilmi onun calismalarinin bir devami niteligini tasimakta ancak ne hikmetse bu bilim adami dunya uzerinde yeterince taninmiyor acaba niye?
Hala bugun birisine radyonun mucidi kim diye sordugunuzda alacaginiz cevap patent Marconiye ait olursa sasirmayin cunku bunca yil bu boyle ogretilmesine ragmen Radyonun mucidi de yine Tesla`dir ve bu 1943 yilinda Amerika Anayasa Mahkemesi tarafindan ancak onun olumunden birkac ay sonra duzeltilmis ve radyo Tesla adina patentlenmistir... Ayrica florasanin ve radarin kasifi de Tesla`dir.
Biliginiz gibi gunumuzde bircok gizli operasyon ve gizli bilimsel calismalar yapilmakta ve birgun birisi size gelip yeryuzundeki buyuk olumcul depremler, iklimlerdeki ani degisiklikler, yerkurenin bir anda isinip sogumasi, tsunami felaketleri, yeryuzunde konustugumuz herseyin birileri tarafindan kaydediliyor olmasi, birilerinin bunlari gerceklestiriyor dediginde ona gulup gecmemeniz icin size Tesla`yi ve calismalarini kisaca anlattim.
Tesla`nin calismalarina gore elektromanyetik dalgalar ile cok yuksek miktarlarda enerji bir yerden bir yere transfer edilebilir, yine bu dalgalar sayesinde yeryuzunde cesitli iklim degisiklikleri ve depremler (!) meydana getirilebilir ki Tesla bunu gerceklestirmisti... Iste gunumuzde olan bir cok doga olayinin arkasinda birilerinin bu gizli planlari buyuk rol oynamakta ve bu da yuzbinlerce insanin olumune sebep olmasina ragmen hickimse tarafindan ya da en ufak seyi bir anda cok buyuk bir olay olarak gozler onune seren medyada nedense bu konular konusulmamakta veya konusmak isteyenler felaket tellali ilan edilemekte... Tesla`nin bircok calismasi ve notlari olumunun hemen arkasinda FBI tarafindan alinarak hickimseye gosterilmemis olmasi acaba onun calismalari birileri tarafindan devam ettiriliyor mu sorusunu sormamizi gerektiriyor. Ve bu belgeler halen aciklanmamis ve yokedilmis(!) belgeler olarak tarihteki gizemini korumakta... Birilerinin insanligi cok buyuk felaketlere suruklediklerini soylemek belki de cok inandirici gelmeyebilir size ancak bakin o birilerinden ABD Savunma Bakanı William Cohen; 1997, Georgia Üniversitesi "Terörizm, Kitle İmha Silahları, Kitlesel İmha ve ABD Stratejisi" üzerine konferansta ne diyor bu konuda "Bazılarının; elektromanyetik dalgalar yolu ile iklimleri değiştirme, depremler yaratabilme , volkanları harekete geçirebilme yeteneğine sahip silahlar geliştirdiğini biliyoruz."
Artik gerisini dusunmek size kalmis...
Etiketler:
bilinmeyen adam nikola testa,
kürşat atagun,
netpano.com
23 Temmuz 2010 Cuma
yorum
sahinbey789 - 24/07/2010 00:46:55
Sevgili Genç Arkadaşlarım...Yazı biraz uzun diye okumamazlık etmeyin...Okuduktan sonra, TSK ya neden saldırıldığını ve Ergenekon denen dandik davanın neden açıldığını ve de Türkiye Cumhuriyetin de ki bir iktidarın, bizler için değil, ABD için nasıl çalıştığının ve de kendi ORDU suna neden düşmanca davrandığını çok daha iyi anlayacaksınız....Karar sizin... Türk Milleti adeta bir akıl tutulmasının içinde. Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın beyninde arama yapılıyor.Aslında derinlemesine incelenmesi gereken “Neden TSK hedefte” sorusu, herkesin aklını tırmalıyor. Cevap çok açık: Çünkü Türk Silahlı Kuvvetleri, ABD’nin 30 yıllık rüyası Büyük Ortadoğu Projesi’ni adeta kilitledi. Özel Kuvvetler Komutanlığı da bu direnişte en önemli unsur oldu. Özetle hatırlayalım… - ABD Savunma Bakan Yardımcısı William Taft,7 Kasım 1986’da Ankara’ya gelerek Türkiye’ye“Musul ve Kerkük’ü alın”dedi.Ancak plânın içeriğinde,"Türkiye himayesinde bir Kürdistan" vardı.Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Üruğ,plâna karşı tutumunu,Taft’ın görüşme istediğini kabul etmeyerek gösterdi. -1991 yılında Körfez Savaşı sonrası,görünüşteki amacı Irak’ın kuzeyindeki Kürtleri,Saddam“zulmünden” korumak,fiiliyatta ise adeta ABD kontrolünde ve İsrail’e nefes aldırmak amaçlı “Kürt” devletini kurma çalışmalarına en büyük darbeyi TSK vurdu. - PKK,Irak’ın kuzeyinde Çekiç Güç birliklerinin sağladığı lojistik,stratejik destekle güçlenerek eylemlerini artırdı.TSK,yeni bir konseptle terör örgütüne karşı mücadeleye devam etti.(ABD Özel Kuvvetleri"nin PKK"ya desteğini de 21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Amerika Araştırmaları Masası Başkanı Dr. Burak Çınar"ın değerlendirmelerinin yer aldığı "PKK"yı,ABD Özel Kuvvetleri eğitti" haberimizde okuyabilirsiniz) - Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis Paşa,terör örgütünü tecrit eden,bölge halkının yeniden güvenini sağlayan politikaların en önemli icracılarındandı.Bu politikalar sadece Türkiye içinde yapılmıyor,Irak’ın kuzeyindeki“Kürt”Devleti kurma faaliyetlerine de darbe indiriyordu.ABD bu politikalardan rahatsızdı.Çekiç Güç’e bağlı uçaklar,önce Bitlis Paşa’nın helikopterini taciz etti.Bu tacizin kısa bir süre sonrasında Bitlis Paşa’nın uçağı,bugün birçok kesimin“suikast”diye yorumladığı bir şekilde düştü/düşürüldü. - Mart 1995’te,43 gün süren Çelik Harekatı’na tam 35 bin Mehmetçik katıldı.Terör örgütü PKK,bilinen rakamlarla 568 kayıp vererek bulunduğu kampları terk ederken,harekâtın en önemli amaçlarından biri olan Kuzey Irak’taki devlet oluşumu büyük darbe yedi.Bu harekâttan sonra ABD’de“Türk komutanları hizadan çıktı” ve“Türk Ordusu Türkiye-ABD ilişkilerini bozuyor”şeklinde yorumlar yapıldı. - Eylül 1996’da Türk Ordusu,yaptığı sınır ötesi operasyonda ABD’nin CIA aracılığıyla eğittiği Peşmerge gücüne büyük darbe indirdi.3 bine yakın CIA eğitimli peşmerge,Guam adasına kaçırılmak zorunda kalındı. Operasyon Birleşik Devletler"de,“ABD,Vietnam’dan sonra en büyük kaybı yaşadı” yönünde yorumlandı. - 9 Aralık 1996"da Virginia"da yapılan ve Graham Fuller,Paul Henze ve CIA üst düzey yetkililerinin katıldığı bir konferansın,“Türkiye’nin Geleceği Konferansı Sonuç Raporu”nda öne çıkan unsurlardan biri,“Türk Ordusunun siyasal sistemin teminatı konumunu yitireceği” ‘iddiasıydı. - ABD Kara Kuvvetleri"nin resmî yayın organı olan Parameters dergisinde,2000 yılında yayımlanan ve ABD Hava Kuvvetleri personeli(Sonradan FBI ajanı olduğu da ortaya çıktı)Michael Robert Hickok tarafından yazılan“ Yükselen Hegemon:Türk Stratejisi İle Askerî Modernizasyon Arasındaki Uçurum” adlı makalede, “Modern silahlara ve gelişmiş kabiliyete sahip olan Türk ordusu,ülke içindeki kültürel ve anayasal gücünde önemli değişiklikler yapılmadıkça,ne kısa vadede komşularına,ne de uzun vadede Türkiye halkına rahat yüzü gösterecektir” vurgusunu yaptı. Irak’ın işgaline kadar özetle TSK-ABD çatışması bu çerçevede su yüzüne çıkmıştı.DSP-MHP-ANAP Koalisyon Hükümetinin,dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu ile paralel bir şekilde, ABD’nin Irak’a harekat taleplerine karşı çıkması,Türkiye’de DSP darbesi ve AKP’nin iktidara gelmesiyle sonuçlanmıştı.1 Mart Tezkeresi’nin TBMM tarafından reddinden sonra,1990’lı yıllarda Irak’ın kuzeyine yerleşen TSK unsurlarına karşı ABD tutumu açık saldırıya dönüştü. Yeniden maddeleyecek olursak; - Irak’ın işgali sonrası,4 Temmuz 2003’te Süleymaniye’deki Özel Kuvvetler irtibat bürosu,ABD ve peşmerge güçlerince basıldı.Türk askerlerinin başına çuval geçirildi.Olay,Kuzey Irak’taki yapıyı,Türk Özel Kuvvetleri tehdidinden kurtarma olarak yorumlandı. - Dönemin ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld,14 Temmuz 2003"te Tayyip Erdoğan"a gönderdiği mektupta,"Türk Ordu mensuplarının sizin iradeniz dışında faaliyetlerde bulunduğunu biliyoruz"dedi.Rumsfeld, Türk Özel Kuvvetleri’ni,teamülleri çiğneyerek muhatabı Vecdi Gönül’e değil,Başbakan’a şikayet etti. - PKK terör örgütü,lideri Öcalan’ın yakalanmasıyla ilân ettiği sözde ateşkesi,Haziran 2004’te kaldırdığını açıkladı ve terör saldırılarına yeniden başladı.(Hatırlatmakta fayda var.21 Ocak 2002 günü PKK Başkanlık Konseyi"ni temsilen Mustafa Karasu,ABD Dışişleri"ne bir mektup gönderdi.Karasu,bu mektupta PKK’nın, ABD’nin Ortadoğu’ya yapacağı harekâta desteğini iletiyordu.Bu dönemlerde,ABD-PKK görüşmeleri de Türk basınına yansıdı) - Başbakan Erdoğan’ın “Eşbaşkanlığını yaptığını" açıkladığı Büyük Ortadoğu Projesi(BOP) haritası ortaya çıktı.Emekli bir ABD subayı olan Ralph Peters’in hazırladığı ve Pentagon"un "Armed Forces Journal" isimli dergisinde yayınlanan haritada,Türkiye de dahil olmak üzere çok sayıda ülkenin sınırı değişiyor, başta “Özgür Kürdistan” olmak üzere çok sayıda ülke kuruluyordu. ( Recep Tayyip Erdoğan, kendi ülkesinin sınırlarını değiştirmek isteyenlerden sözederken "Bize görev verdiler" diyordu...T.C Başbakanına ABD görev vermiş...) Aynı harita,2007 Eylül ayında görevdeki bir ABD’li Albay tarafından Roma’da bulunan NATO’nun Savunma Koleji’ndeki bir toplantıda örnek coğrafya olarak sunuldu.Orada bulunan Türk subayları toplantıyı terk etti,Ankara’ya haber verdi... Genelkurmay Başkanlığı çok sert bir tepki gösterdi. - PKK terörü hız kazandı.Paralel olarak da “Kürtlere siyasal haklar verilmesi” adı altında uluslararası arenada Türkiye’ye yönelik baskılar arttı.DTP Meclis’e sokuldu ve PKK stratejik eylemler gerçekleştirdi. Dağlıca ve Aktütün baskınları ile birlikte Türk ordusuna yönelik asimetrik psikolojik savaş hızlandı. - PKK’ya ABD desteği, PKK itirafçılarınca açıklandı. - Türk Ordusu,ABD’nin her türlü isteksizliğine karşı,sınır ötesi operasyon kararlılığını sürdürdü. Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt,12 Nisan 2007’de,basın mensuplarına verdiği brifingde,tehdidin kaynağının PKK veya Barzani değil arkasındaki güç olduğunu açıkça söyledi.Bu güç ABD’ydi. İlk aklımıza gelenleri böyle sıraladık. Daha birçok gelişme mevcut... Adeta bir satranç tahtasında karşılıklı hamleler yapılıyor.Ancak bir gerçek var ki,Türk Ordusu, ABD’nin BOP hayalini kilitledi.ABD Irak’tan çekilme takvimi açıklamak zorunda kaldı.Şimdi ABD,Kerkük petrollerinin Batı’ya akışını sağlama almadan,bunun için de "Kürt" devletini kurmadan Irak’tan çekilmek istemiyor.Bu devletin güvenliğini riske atmamak için de Türk Ordusu"nun direniş kodlarını bilmesi gerekiyordu. Yıllarca Diyarbakır’da görev yapan ve öngörüsüne güvendiğim bir ağabeyim “ABD’nin amacı işte bu direniş kodlarına ulaşmak.Özel Kuvvetler’de yapılan arama da bu çerçevede değerlendirilebilir” dedi.Hiç de mantıksız bir senaryo değil.Parçaları bu şekilde birleştirdikten sonra aklıma şu soru takılıyor:Şimdi bu bilgileri tarayan hâkim(Kadir KAYAN),bundan sonra Türkiye dışına çıkacak mı ?
Sevgili Genç Arkadaşlarım...Yazı biraz uzun diye okumamazlık etmeyin...Okuduktan sonra, TSK ya neden saldırıldığını ve Ergenekon denen dandik davanın neden açıldığını ve de Türkiye Cumhuriyetin de ki bir iktidarın, bizler için değil, ABD için nasıl çalıştığının ve de kendi ORDU suna neden düşmanca davrandığını çok daha iyi anlayacaksınız....Karar sizin... Türk Milleti adeta bir akıl tutulmasının içinde. Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın beyninde arama yapılıyor.Aslında derinlemesine incelenmesi gereken “Neden TSK hedefte” sorusu, herkesin aklını tırmalıyor. Cevap çok açık: Çünkü Türk Silahlı Kuvvetleri, ABD’nin 30 yıllık rüyası Büyük Ortadoğu Projesi’ni adeta kilitledi. Özel Kuvvetler Komutanlığı da bu direnişte en önemli unsur oldu. Özetle hatırlayalım… - ABD Savunma Bakan Yardımcısı William Taft,7 Kasım 1986’da Ankara’ya gelerek Türkiye’ye“Musul ve Kerkük’ü alın”dedi.Ancak plânın içeriğinde,"Türkiye himayesinde bir Kürdistan" vardı.Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Üruğ,plâna karşı tutumunu,Taft’ın görüşme istediğini kabul etmeyerek gösterdi. -1991 yılında Körfez Savaşı sonrası,görünüşteki amacı Irak’ın kuzeyindeki Kürtleri,Saddam“zulmünden” korumak,fiiliyatta ise adeta ABD kontrolünde ve İsrail’e nefes aldırmak amaçlı “Kürt” devletini kurma çalışmalarına en büyük darbeyi TSK vurdu. - PKK,Irak’ın kuzeyinde Çekiç Güç birliklerinin sağladığı lojistik,stratejik destekle güçlenerek eylemlerini artırdı.TSK,yeni bir konseptle terör örgütüne karşı mücadeleye devam etti.(ABD Özel Kuvvetleri"nin PKK"ya desteğini de 21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Amerika Araştırmaları Masası Başkanı Dr. Burak Çınar"ın değerlendirmelerinin yer aldığı "PKK"yı,ABD Özel Kuvvetleri eğitti" haberimizde okuyabilirsiniz) - Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis Paşa,terör örgütünü tecrit eden,bölge halkının yeniden güvenini sağlayan politikaların en önemli icracılarındandı.Bu politikalar sadece Türkiye içinde yapılmıyor,Irak’ın kuzeyindeki“Kürt”Devleti kurma faaliyetlerine de darbe indiriyordu.ABD bu politikalardan rahatsızdı.Çekiç Güç’e bağlı uçaklar,önce Bitlis Paşa’nın helikopterini taciz etti.Bu tacizin kısa bir süre sonrasında Bitlis Paşa’nın uçağı,bugün birçok kesimin“suikast”diye yorumladığı bir şekilde düştü/düşürüldü. - Mart 1995’te,43 gün süren Çelik Harekatı’na tam 35 bin Mehmetçik katıldı.Terör örgütü PKK,bilinen rakamlarla 568 kayıp vererek bulunduğu kampları terk ederken,harekâtın en önemli amaçlarından biri olan Kuzey Irak’taki devlet oluşumu büyük darbe yedi.Bu harekâttan sonra ABD’de“Türk komutanları hizadan çıktı” ve“Türk Ordusu Türkiye-ABD ilişkilerini bozuyor”şeklinde yorumlar yapıldı. - Eylül 1996’da Türk Ordusu,yaptığı sınır ötesi operasyonda ABD’nin CIA aracılığıyla eğittiği Peşmerge gücüne büyük darbe indirdi.3 bine yakın CIA eğitimli peşmerge,Guam adasına kaçırılmak zorunda kalındı. Operasyon Birleşik Devletler"de,“ABD,Vietnam’dan sonra en büyük kaybı yaşadı” yönünde yorumlandı. - 9 Aralık 1996"da Virginia"da yapılan ve Graham Fuller,Paul Henze ve CIA üst düzey yetkililerinin katıldığı bir konferansın,“Türkiye’nin Geleceği Konferansı Sonuç Raporu”nda öne çıkan unsurlardan biri,“Türk Ordusunun siyasal sistemin teminatı konumunu yitireceği” ‘iddiasıydı. - ABD Kara Kuvvetleri"nin resmî yayın organı olan Parameters dergisinde,2000 yılında yayımlanan ve ABD Hava Kuvvetleri personeli(Sonradan FBI ajanı olduğu da ortaya çıktı)Michael Robert Hickok tarafından yazılan“ Yükselen Hegemon:Türk Stratejisi İle Askerî Modernizasyon Arasındaki Uçurum” adlı makalede, “Modern silahlara ve gelişmiş kabiliyete sahip olan Türk ordusu,ülke içindeki kültürel ve anayasal gücünde önemli değişiklikler yapılmadıkça,ne kısa vadede komşularına,ne de uzun vadede Türkiye halkına rahat yüzü gösterecektir” vurgusunu yaptı. Irak’ın işgaline kadar özetle TSK-ABD çatışması bu çerçevede su yüzüne çıkmıştı.DSP-MHP-ANAP Koalisyon Hükümetinin,dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu ile paralel bir şekilde, ABD’nin Irak’a harekat taleplerine karşı çıkması,Türkiye’de DSP darbesi ve AKP’nin iktidara gelmesiyle sonuçlanmıştı.1 Mart Tezkeresi’nin TBMM tarafından reddinden sonra,1990’lı yıllarda Irak’ın kuzeyine yerleşen TSK unsurlarına karşı ABD tutumu açık saldırıya dönüştü. Yeniden maddeleyecek olursak; - Irak’ın işgali sonrası,4 Temmuz 2003’te Süleymaniye’deki Özel Kuvvetler irtibat bürosu,ABD ve peşmerge güçlerince basıldı.Türk askerlerinin başına çuval geçirildi.Olay,Kuzey Irak’taki yapıyı,Türk Özel Kuvvetleri tehdidinden kurtarma olarak yorumlandı. - Dönemin ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld,14 Temmuz 2003"te Tayyip Erdoğan"a gönderdiği mektupta,"Türk Ordu mensuplarının sizin iradeniz dışında faaliyetlerde bulunduğunu biliyoruz"dedi.Rumsfeld, Türk Özel Kuvvetleri’ni,teamülleri çiğneyerek muhatabı Vecdi Gönül’e değil,Başbakan’a şikayet etti. - PKK terör örgütü,lideri Öcalan’ın yakalanmasıyla ilân ettiği sözde ateşkesi,Haziran 2004’te kaldırdığını açıkladı ve terör saldırılarına yeniden başladı.(Hatırlatmakta fayda var.21 Ocak 2002 günü PKK Başkanlık Konseyi"ni temsilen Mustafa Karasu,ABD Dışişleri"ne bir mektup gönderdi.Karasu,bu mektupta PKK’nın, ABD’nin Ortadoğu’ya yapacağı harekâta desteğini iletiyordu.Bu dönemlerde,ABD-PKK görüşmeleri de Türk basınına yansıdı) - Başbakan Erdoğan’ın “Eşbaşkanlığını yaptığını" açıkladığı Büyük Ortadoğu Projesi(BOP) haritası ortaya çıktı.Emekli bir ABD subayı olan Ralph Peters’in hazırladığı ve Pentagon"un "Armed Forces Journal" isimli dergisinde yayınlanan haritada,Türkiye de dahil olmak üzere çok sayıda ülkenin sınırı değişiyor, başta “Özgür Kürdistan” olmak üzere çok sayıda ülke kuruluyordu. ( Recep Tayyip Erdoğan, kendi ülkesinin sınırlarını değiştirmek isteyenlerden sözederken "Bize görev verdiler" diyordu...T.C Başbakanına ABD görev vermiş...) Aynı harita,2007 Eylül ayında görevdeki bir ABD’li Albay tarafından Roma’da bulunan NATO’nun Savunma Koleji’ndeki bir toplantıda örnek coğrafya olarak sunuldu.Orada bulunan Türk subayları toplantıyı terk etti,Ankara’ya haber verdi... Genelkurmay Başkanlığı çok sert bir tepki gösterdi. - PKK terörü hız kazandı.Paralel olarak da “Kürtlere siyasal haklar verilmesi” adı altında uluslararası arenada Türkiye’ye yönelik baskılar arttı.DTP Meclis’e sokuldu ve PKK stratejik eylemler gerçekleştirdi. Dağlıca ve Aktütün baskınları ile birlikte Türk ordusuna yönelik asimetrik psikolojik savaş hızlandı. - PKK’ya ABD desteği, PKK itirafçılarınca açıklandı. - Türk Ordusu,ABD’nin her türlü isteksizliğine karşı,sınır ötesi operasyon kararlılığını sürdürdü. Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt,12 Nisan 2007’de,basın mensuplarına verdiği brifingde,tehdidin kaynağının PKK veya Barzani değil arkasındaki güç olduğunu açıkça söyledi.Bu güç ABD’ydi. İlk aklımıza gelenleri böyle sıraladık. Daha birçok gelişme mevcut... Adeta bir satranç tahtasında karşılıklı hamleler yapılıyor.Ancak bir gerçek var ki,Türk Ordusu, ABD’nin BOP hayalini kilitledi.ABD Irak’tan çekilme takvimi açıklamak zorunda kaldı.Şimdi ABD,Kerkük petrollerinin Batı’ya akışını sağlama almadan,bunun için de "Kürt" devletini kurmadan Irak’tan çekilmek istemiyor.Bu devletin güvenliğini riske atmamak için de Türk Ordusu"nun direniş kodlarını bilmesi gerekiyordu. Yıllarca Diyarbakır’da görev yapan ve öngörüsüne güvendiğim bir ağabeyim “ABD’nin amacı işte bu direniş kodlarına ulaşmak.Özel Kuvvetler’de yapılan arama da bu çerçevede değerlendirilebilir” dedi.Hiç de mantıksız bir senaryo değil.Parçaları bu şekilde birleştirdikten sonra aklıma şu soru takılıyor:Şimdi bu bilgileri tarayan hâkim(Kadir KAYAN),bundan sonra Türkiye dışına çıkacak mı ?
22 Temmuz 2010 Perşembe
Türklerin Kökeni ve Türk, Türkiye Kelimelerinin Menşei
Târihî şahıs, boy ve millet adlarının teşekkülüne göre Türk kelimesinin aslı, "türümek" fiilinden gelmektedir. Bu fiilden yaratılmış kişi ve insan manasına gelen "türük" ve nihayet hece düşmesiyle "Türk" kelimesi ortaya çıkmıştır. Nitekim Anadolu'da bir kısım göçebeler de "yürümek"ten "yürük", "yörük" adını almışlardır. Türk kelimesi, ayrıca çeşitli kaynaklarda; "töreli", "töre sahibi", "olgun kimse", "güçlü", "kuvvetli", "terk edilmiş", "usta demirci" ve "deniz kıyısında oturan adam" anlamlarında kullanılmaktadır.[1]
Türk kelimesi, yazılı tarih kaynaklarında ilk kez Çin kaynaklarında; "Pinyin: dīng líng", "dīng líng", "chì lè", "tiě lè" olarak geçmiştir. Milattan sonra 552'de kurulan Göktürk Kağanlığı bağlamında "tū kué" sözcüğü kullanılmıştır. "Türk" sözcüğünün etimolojisi, yani kökeni ve özgün anlamı, açık değildir. 10. yüzyıla ait Uygurca metinlerde Türk, "güç, kuvvet" anlamında kullanılmıştır. Ancak Göktürk Kağanlığı'nın çözülmesinden iki yüzyıl sonrasına ait olan bu kullanımın, siyâsî / tarihî bir referansa sahip olması olasılığı güçlüdür. En büyük insan topluluğu (türü)" anlamına geldiği de ileri sürülebilir.[2]
Türk kelimesini Türk devletinin resmî adı olarak ilk defa kullanan devlet, milâdi 7. ve 8. yüzyıllarda (681-745) hüküm süren Göktürk Devleti'dir.[1]
Türkiye Kelimesinin Menşei
Coğrafî ad olarak "Türkhia" (Türkiye) tâbiriyse 6. yüzyıldaki Bizans kaynaklarında Orta Asya için kullanılmıştır. 9. ve 10.yüzyılda Volga'dan Orta Asya'ya uzanan sahaya denilirdi. Bu da Doğu ve Batı Türkhia olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Doğu Türkiye, Hazarlar'ın; Batı Türkiye ise Türk asıllı Macarların ülkeleriydi. Memlüklerin ilk dönemlerinde Mısır'a da "Türkiye" deniliyordu. Selçuklular döneminde 12. yüzyıldan itibâren Anadolu'ya denilmeye başlandı.[1]
Türkler'in Kökeni
1. Teori: Türkler ve Nuh'un Oğlu Yafes
Türkler, dünyanın en eski, asîl, büyük devletler kurup pek çok meşhûr şahsiyetler yetiştiren medenî milletlerindendir. Türkler, Nuh (A.S.)'nin Oğullarından Yafes'in "Türk" adlı oğlunun neslindendir.
Nuh (A.S.)'nin oğlu Yafes, mü'mindi. Evlâdı çoğalınca onlara reis olmuştu. Hepsi de dedelerinin gösterdiği gibi Allah'a ibadet ediyorlardı. Yafes, nehirden geçerken boğulunca; Türk ismindeki küçük oğlu, babasının yerine geçti. Gittikçe artan nesli, Türk adıyla anılmaya başlandı. Bu Türkler, ataları gibi mümin, sabırlı ve çalışkan insanlardı. Zamanla çoğalarak Asya'ya yayıldılar.
Türkler'in başına geçen bazı zâlim hükümdarlar, semâvî dini bozarak onları putlara taptırmaya başladı. Bugün Sibirya'da yaşayan Yâkutlar, bunlardan olup hâlâ puta tapmaktadır. Dinden uzaklaştıkça eski medeniyet ve ahlâklarını da kaybetmişlerdir.
Bilinen en eski Türk kavmi, Çinliler'in "Hiong-nu" dedikleri M.Ö. 3. yüzyılın başından itibaren tarih sahnesinde görülen Hunlar'dır. Bu kavmin ana yurdu, Tienşan'ın kuzey kesimiyle batıdaki Altay Dağları, Orta Urallar ve Hazar Deniz'inin kuzey sıırları içinde kalan vadiydi. Şen-yu denilen hükümdarlarının ordugâhı, Orhun ırmağı kıyısında bulunuyordu. Nüfusun artışı ve fütuhat isteği gibi iki büyük sebeple yayılmaya başladılar ve Çin hudutlarına kadar olan bölgeyi ele geçirdiler.[1]
2. Teori: Tükler ve Yafes + Mu Uygarlığı
"Efendiler, Bu insanlık dünyasında en az yüz milyonu aşkın nüfustan oluşan büyük bir Türk milleti vardır ve bu milletin yeryüzündeki genişliği oranında tarih alanında da bir derinliği vardır. Türk milletinin kökünün dayandığı Türk adındaki insan, insanlığın ikinci babası Nuh Aleyhisselamın oğlu Yasef'in oğlu olan kişidir." [3]
Atatürk 1922'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 130. toplantısının birinci oturumunda yaptığı konuşmada Türklerin kökeni hakkında böyle diyordu. Tesadüfi bir konuşma değildi ve onun Türklerin kökenine ilgisinin devamı da gelecekti...
Atatürk'ün cumhuriyetin ilk yıllarında bu alanda başlattığı araştırmalar, özellikle 1930'ların başında yoğunlaştı. 1930'da Tarih Heyeti'ni oluşturarak Türk Tarihinin Ana Hatları adlı kitabı hazırlattı. 1931'de ise Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti'nin kuruluşuna ön ayak oldu ve adı daha sonra Türk Tarih Kurumu olarak değiştirilen cemiyetin çalışma alanını Türk ve Türkiye tarihi olarak belirledi. Kurumun bir yıl sonra gerçekleştirilen ilk genel kurulunda Türk Tarih Tezi kabul edildi.Tez iki ana eksen üzerine oturuyordu; "Türk uygarlığıi tarihin en eski uygarlıklarından biridir ve bu uygarlığın kökeni, Orta Asya'dır. "
Bu çalışmaların bir ayağının eksik olduğunu düşünen Atatürk, Türk Dil Kurumu'nu da kurdurarak, ulusçuluğun ana öğelerinden olan dil konusunda da derin bir çalışma başlattı. Onun Türk Tarih Kurumu'nun ikinci Dil Kurultayı'nda yaptığı konuşmada yer alan "Güneş" yaklaşımı, sonradan tanışacağı Mu Efsanesinin Güneş kültü ve kendi tezi Güneş Dil Teorisi'yle doğrudan ilintiliydi.
Tarih çalışmaları, Türk tarihinin ana kaynaklarını araştırmak, arkeoloji yoluyla yeni bilgiler sağlamak, tarihte ve bugün ırk karakterlerini antropolojik yöntemlerle saptamak gibi noktalar üzerinde şekilleniyordu.
Tarih ve Dil kurumlarının varlık nedeni de bu temellere yaslanıyordu. Atatürk, uzmanların yabancı meslektaşlarına ihtiyaç duymadan arkeolojik kazılardan çıkacak yazıları inceleyebilmesi ve bu yoldan elde edilecek bilgilerle eski uygarlıkların gerçeğine ulaşmak amacıyla eski dillerin öğrenilmesi için de Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'ni kurdurdu.
Türk Tarih Tezi'nde Türklerin kökeninin Orta Asya olduğu resmen dile getiriliyordu. Ama Orta Asya uygarlıklarının kökü neredeydi? Mustafa Kemal bu sorunun yanıtı olabilecek anahtara 1932'de ulaştı. İlkel diller uzmanı ve tarihçi-diplomat Tahsin Mayatepek'in sunduğu ön raporda Güney Amerika uygarlıklarından Maya uygarlığının dil ve kültürleriyle Anadolu ve Orta Asya kültürleri arasındaki benzerliğe dikkat çekiliyordu.
Mayatepek, bu süreci inceleyip Atatürk'e raporlar halinde iletmesi için 1935'de Meksika'ya maslahatgüzar atandı. Çok geçmeden de arkeolog William Niven'in Meksika'da yaptığı kazılarda bulduğu yaklaşık 15 bin yıl öncesine ait tabletlerin deşifrelerinden ve ardından James Churcward'ın Hindistan'da bulduğu benzer tabletlerin çevrilerinden Atatürk'ü haberdar etti. O da söz konusu yazarların kitaplarının çevrilmesini emretti. Sağlığı yerinde değildi ama, 1937 yılının önemli bir bölümünü geniş bir kurulca gerçekleştirilen bu çeviriler, üzerlerinde notlar alarak incelemekle geçirdi.[4]
3. Teori: Türkler ve Hunlar
Türk İmparatorluğu'nu kuran Türk halkının köken efsanesine 8. yüzyıla ait olan Orhun Yazıtları'nda ve daha sonraki birçok kaynakta yer verilmiştir. Buna göre Türklerin anayurdu Altay Dağları yakınında, Selenga ve Orhun ırmakları arasında bulunan Ötüken Ormanı idi. Bu yer, Baykal Gölü'nün güney ucunun 250 km kadar güneyinde olup, günümüzde Moğolistan Cumhuriyeti sınırları içinde bulunmaktadır.
Dilsel verilerden hareket eden bazı araştırmacılar Türk dillerinin nihai kökeninin daha kuzeyde, belki Baykal Gölü'nün kuzeyinde veya doğu Sibirya'da olabileceğini ileri sürmüşlerdir. (Türk dillerinde ılıman ve soğuk iklim ormanlarına ilişkin kelimeler bozkır kuşağına ilişkin kelimelerden daha eski ve daha zengindir.)
"Türk" adına tarihte ilk kez M.S. 6. yüzyıl ortalarında Orta Asya'da Türk İmparatorluğu'nu (Kök Türk veya Göktürk adıyla da bilinir) kuran bir boy veya aşiretin adı olarak tesadüf edilir. Daha eski Çin kaynaklarında sözü geçen "Tu-kyu" veya "Tue-kue" halkının Türkler olup olmadığı konusunda çeşitli görüşler mevcuttur.
Türk İmparatorluğu'nun kazandığı büyük prestijden ötürü, daha sonraki yüzyıllarda aynı dili konuşan (Oğuzlar, Kırgızlar, Türgişler gibi) çeşitli boylar da "Türk" adını benimsemiştir. Ancak Sibirya'daki Sahalar (Yakutlar), Volga Bulgarları ve Çuvaşlar gibi merkezden uzak bazı boyların tarihte "Türk" adını hiç kullanmadığı görülmektedir. Bu grupların Türk Halklarına dahil edilmesi, modern etnografik tasniflerin sonucudur.[5]
Türk İmparatorluğu'nun ortaya çıkışından önce Türk dilleri konuşan kavimler hakkında tarihi ve epigrafik bilgi çok kısıtlıdır. Arkeolojik buluntulardan hareketle oluşturulan hipotezler, doğal olarak, önemli oranda spekülatif malzeme içerir.
Türk İmparatorluğu'ndan 700 yıl kadar önce, MÖ 2. yüzyılda, Çin kaynaklarında Hiung-nu olarak adlandırılan bir devlet Orta Asya'ya egemen olmuştur. Modern tarihçilerin birçoğu bu devleti, MS 4. yüzyılda Avrupa'yı istila eden Hun'larla birleştirir. Ancak gerek Hiung-nu, gerek Hunlar'ın kullandığı dil veya dillerin Türk dilleriyle bağlantılı olup olmadığı açık değildir. (Türk İmparatorluğu, Hiung-nu İmparatorluğundan devlet yapısına ilişkin bazı gelenekleri, Tengri (tanrı) inancını ve bazı tarihi gizemleri devralmıştır. Ancak bundan hareketle dilsel veya etnik süreklilik varsayılamaz.)
Orta Asya'da bulunan arkeolojik kalıntılar, erken Neolitik çağa giden bir kültürün varlığını kanıtlamaktadır. Bu kültürler ile tarihi dönemlerdeki Türk, Moğol, Tohar ve Tibet kültürleri arasında bazı devamlılıklar görülür. Ancak bu olgu, prehistorik Orta Asya kültürlerini "Türk" veya "Moğol", "Tohar" vb. olarak tanımlamak için yeterli değildir.
Chicago Üniversitesi bünyesinde 2003'te yapılan bir araştırmada, Moğolistan'da Egyin Gol'de bulunan Hiung-nu dönemine ait insan kalıntılarıyla Anadolu'da derlenen veriler arasında bazı genetik benzerlikler tespit edilmiştir.[6]
4. Teori: Türkler ve Etrüskler
İngiliz Guardian gazetesi, Avrupa İnsan Genetiği Konferansı'nda sunulan Etrüsk uygarlığının kökenine yönelik araştırmaya geniş yer ayırdı.
Haberde, Roma İmparatorluğu'nun ilk yıllarında İtalya'nın Toskana dahil birkaç değişik bölgesinde hüküm süren ve bugüne dek kökenleri pek çok tartışmaya konu olan Etrüsklerin atalarının ayak izlerine Anadolu topraklarında rastlandığı belirtiliyor.
Habere konu olan araştırmada, Etrüsk uygarlığının hüküm sürdüğü Volterra, Murlo ve Casentino kasabalarında 263 kişiden alınan DNA örnekleri İtalya, Balkanlar, Limni Adası ve Anadolu'daki 1200'ü aşkın kişinin DNA'larıyla karşılaştırıldı.
Sonuçta Etrüsklerin genetik yapısının bir İtalyan'dan çok bir Türk'e benzediği ortaya çıktı. Uzmanlar, özellikle Etrüsklerin Murlo kasabasındaki torunlarının genetik yapısının, birebir Türklerin genetik yapısıyla örtüştüğünü vurguluyor.
Araştırma ünlü tarihçi Heredot'un, Etrüsklerin atalarının Anadolu'da hüküm süren Lidyalılarla akraba olduklarını, buradan önce Limni Adası'na ardından da İtalya topraklarına göç ettiği fikrini destekliyor.
Milattan önce 1200-396 yılları arasında Toscana bölgesi ve civarında yaşayan Etrüskler, hiçbir zaman tam anlamıyla çözülemeyen gizemli dilleri, Roma İmparatorluğu'nu şekillendirdiğine inanılan adet ve yaşantılarıyla tarihte önemli tutan kavimler arasında yer alıyor. [7]
James Bailey'nin araştırmalarına göre dünyanın muhtelif yerlerinde demir mağaraları bulunur. Karbon 14 testlere göre Güney Afrika'da bir mağara M.Ö. 41.250 senesinde işleniyordu. Bailey'e göre binlerce yıl önce Tunç çağı denizci madencilik firmaları dünya'nın çeşitli yerlerinde demir ve başka madenler için kazı yapıyorlardı ve mağara duvarlarında "şirketlerinin logolarını" bırakıyorlardı. Bunların arasında gamalı haç (svastika), haç, güneş sembolü, çifte balta, helezon ve paralel iki dalga en yaygın olanlar arasındaydı. Türklerin ilk ataları, Ural-Altay dağlarında kadim ve kayıp uygarlığın madencilik kolonisi olabilir mi? Felaket geldiğinde ondan kurtulanlar arasında olup, yeni yurtları Orta Asya'da yayılmış olabilirler mi? Yoksa, Yafes oğullarının bir kolları mı idiler? Tanrıçaları "Turan" olan ve Troya'dan (Truva, Tür-va ?) Etrurya'ya (İtlaya/Tyrhenia) göç ettikleri söylenen ve şehirleri Tarkon tarafından kurulan Etrüskler (E-türk ?) ve ile bir bağlantıları var mıydı?
Bir denizci halkı olan Etrüsklerin Anadolu'dan geldiklerini ve Lidya'dan giden bir koloni oldukları Herodotus tarafından kaydedildiği halde, günümüzde bu ihtiyatla karşılanır. Her ne kadar Lidyalıların baştanrıları Tarku adına taşıyorsa, Halikarnaslı Diyonysos iki toplumun arasındaki farkları işaret etmişti. Heykel ve resimlerindeki çekik gözlü moğul-kokazoid figürler, at, şavaş ve güreş motifleri bir Türk köken tezine yol açmıştı, ancak bunu kanıtlayacak ciddi delil olmadığı gibi, dilleri de henüz çözülememiştir. Ayrıca Türklerin kökeni en az Etrüsklerin kökeni kadar çözülmemiştir. Elli yıl önceye kadar, Batı'da Türklere belirli bir hüviyet tanınırken ve Sümeroloji ile ilgili kitapların çoğunda Sümerlerin Turan asıllı olduğunu yazarken, günümüzde Türklerin adeta kökleri olmadığı yolundaki görüşler yaygındır. Ancak, bundan alınmamak gerekir, çünkü varsayımcılığa karşı olan bu akım, diğer toplumları da aynı işleme tabi tutuyor.[8]
Kaynaklar
[1] Yeni Rehber Ansiklopedisi, "Türkler" maddesi, cilt 19, sayfa 278.
[2] Wikipedia, "Türk Kelimesi" maddesi, tr.wikipedia.org/wiki/Türk_kelimesi
[3] Yeni Aktüel/2-8 ağustos/2005
[4] site.mynet.com/astrgnd1/mu.htm
[5] Wikipedia, "Türk Halkları" maddesi, tr.wikipedia.org/wiki/Türk_halkları
[6] Christine Keyser-Tracqui , Eric Crubézy , Horolma Pamzsav , Tibor Varga , Bertrand Ludes, "Population origins in Mongolia: Genetic structure analysis of ancient and modern DNA", American Journal of Physical Anthropology, 2006 Apr 4.
[7] arsiv.ntvmsnbc.com/news/411424.asp
[8] www.hermetics.org/atlan-3.html
ALINTI: www.gizliilimler.tr.gg
KAYNAK : http://www.duyguforum.com/turklerin-kokeni-ve-turk-turkiye-kelimelerinin-mensei-t102654.html?s=ca8a506db46e8969602e1bdb9ed23a89&
Türk kelimesi, yazılı tarih kaynaklarında ilk kez Çin kaynaklarında; "Pinyin: dīng líng", "dīng líng", "chì lè", "tiě lè" olarak geçmiştir. Milattan sonra 552'de kurulan Göktürk Kağanlığı bağlamında "tū kué" sözcüğü kullanılmıştır. "Türk" sözcüğünün etimolojisi, yani kökeni ve özgün anlamı, açık değildir. 10. yüzyıla ait Uygurca metinlerde Türk, "güç, kuvvet" anlamında kullanılmıştır. Ancak Göktürk Kağanlığı'nın çözülmesinden iki yüzyıl sonrasına ait olan bu kullanımın, siyâsî / tarihî bir referansa sahip olması olasılığı güçlüdür. En büyük insan topluluğu (türü)" anlamına geldiği de ileri sürülebilir.[2]
Türk kelimesini Türk devletinin resmî adı olarak ilk defa kullanan devlet, milâdi 7. ve 8. yüzyıllarda (681-745) hüküm süren Göktürk Devleti'dir.[1]

Türkiye Kelimesinin Menşei
Coğrafî ad olarak "Türkhia" (Türkiye) tâbiriyse 6. yüzyıldaki Bizans kaynaklarında Orta Asya için kullanılmıştır. 9. ve 10.yüzyılda Volga'dan Orta Asya'ya uzanan sahaya denilirdi. Bu da Doğu ve Batı Türkhia olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Doğu Türkiye, Hazarlar'ın; Batı Türkiye ise Türk asıllı Macarların ülkeleriydi. Memlüklerin ilk dönemlerinde Mısır'a da "Türkiye" deniliyordu. Selçuklular döneminde 12. yüzyıldan itibâren Anadolu'ya denilmeye başlandı.[1]

Türkler'in Kökeni
1. Teori: Türkler ve Nuh'un Oğlu Yafes
Türkler, dünyanın en eski, asîl, büyük devletler kurup pek çok meşhûr şahsiyetler yetiştiren medenî milletlerindendir. Türkler, Nuh (A.S.)'nin Oğullarından Yafes'in "Türk" adlı oğlunun neslindendir.
Nuh (A.S.)'nin oğlu Yafes, mü'mindi. Evlâdı çoğalınca onlara reis olmuştu. Hepsi de dedelerinin gösterdiği gibi Allah'a ibadet ediyorlardı. Yafes, nehirden geçerken boğulunca; Türk ismindeki küçük oğlu, babasının yerine geçti. Gittikçe artan nesli, Türk adıyla anılmaya başlandı. Bu Türkler, ataları gibi mümin, sabırlı ve çalışkan insanlardı. Zamanla çoğalarak Asya'ya yayıldılar.
Türkler'in başına geçen bazı zâlim hükümdarlar, semâvî dini bozarak onları putlara taptırmaya başladı. Bugün Sibirya'da yaşayan Yâkutlar, bunlardan olup hâlâ puta tapmaktadır. Dinden uzaklaştıkça eski medeniyet ve ahlâklarını da kaybetmişlerdir.
Bilinen en eski Türk kavmi, Çinliler'in "Hiong-nu" dedikleri M.Ö. 3. yüzyılın başından itibaren tarih sahnesinde görülen Hunlar'dır. Bu kavmin ana yurdu, Tienşan'ın kuzey kesimiyle batıdaki Altay Dağları, Orta Urallar ve Hazar Deniz'inin kuzey sıırları içinde kalan vadiydi. Şen-yu denilen hükümdarlarının ordugâhı, Orhun ırmağı kıyısında bulunuyordu. Nüfusun artışı ve fütuhat isteği gibi iki büyük sebeple yayılmaya başladılar ve Çin hudutlarına kadar olan bölgeyi ele geçirdiler.[1]

2. Teori: Tükler ve Yafes + Mu Uygarlığı
"Efendiler, Bu insanlık dünyasında en az yüz milyonu aşkın nüfustan oluşan büyük bir Türk milleti vardır ve bu milletin yeryüzündeki genişliği oranında tarih alanında da bir derinliği vardır. Türk milletinin kökünün dayandığı Türk adındaki insan, insanlığın ikinci babası Nuh Aleyhisselamın oğlu Yasef'in oğlu olan kişidir." [3]
Atatürk 1922'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 130. toplantısının birinci oturumunda yaptığı konuşmada Türklerin kökeni hakkında böyle diyordu. Tesadüfi bir konuşma değildi ve onun Türklerin kökenine ilgisinin devamı da gelecekti...
Atatürk'ün cumhuriyetin ilk yıllarında bu alanda başlattığı araştırmalar, özellikle 1930'ların başında yoğunlaştı. 1930'da Tarih Heyeti'ni oluşturarak Türk Tarihinin Ana Hatları adlı kitabı hazırlattı. 1931'de ise Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti'nin kuruluşuna ön ayak oldu ve adı daha sonra Türk Tarih Kurumu olarak değiştirilen cemiyetin çalışma alanını Türk ve Türkiye tarihi olarak belirledi. Kurumun bir yıl sonra gerçekleştirilen ilk genel kurulunda Türk Tarih Tezi kabul edildi.Tez iki ana eksen üzerine oturuyordu; "Türk uygarlığıi tarihin en eski uygarlıklarından biridir ve bu uygarlığın kökeni, Orta Asya'dır. "
Bu çalışmaların bir ayağının eksik olduğunu düşünen Atatürk, Türk Dil Kurumu'nu da kurdurarak, ulusçuluğun ana öğelerinden olan dil konusunda da derin bir çalışma başlattı. Onun Türk Tarih Kurumu'nun ikinci Dil Kurultayı'nda yaptığı konuşmada yer alan "Güneş" yaklaşımı, sonradan tanışacağı Mu Efsanesinin Güneş kültü ve kendi tezi Güneş Dil Teorisi'yle doğrudan ilintiliydi.
Tarih çalışmaları, Türk tarihinin ana kaynaklarını araştırmak, arkeoloji yoluyla yeni bilgiler sağlamak, tarihte ve bugün ırk karakterlerini antropolojik yöntemlerle saptamak gibi noktalar üzerinde şekilleniyordu.
Tarih ve Dil kurumlarının varlık nedeni de bu temellere yaslanıyordu. Atatürk, uzmanların yabancı meslektaşlarına ihtiyaç duymadan arkeolojik kazılardan çıkacak yazıları inceleyebilmesi ve bu yoldan elde edilecek bilgilerle eski uygarlıkların gerçeğine ulaşmak amacıyla eski dillerin öğrenilmesi için de Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'ni kurdurdu.
Türk Tarih Tezi'nde Türklerin kökeninin Orta Asya olduğu resmen dile getiriliyordu. Ama Orta Asya uygarlıklarının kökü neredeydi? Mustafa Kemal bu sorunun yanıtı olabilecek anahtara 1932'de ulaştı. İlkel diller uzmanı ve tarihçi-diplomat Tahsin Mayatepek'in sunduğu ön raporda Güney Amerika uygarlıklarından Maya uygarlığının dil ve kültürleriyle Anadolu ve Orta Asya kültürleri arasındaki benzerliğe dikkat çekiliyordu.
Mayatepek, bu süreci inceleyip Atatürk'e raporlar halinde iletmesi için 1935'de Meksika'ya maslahatgüzar atandı. Çok geçmeden de arkeolog William Niven'in Meksika'da yaptığı kazılarda bulduğu yaklaşık 15 bin yıl öncesine ait tabletlerin deşifrelerinden ve ardından James Churcward'ın Hindistan'da bulduğu benzer tabletlerin çevrilerinden Atatürk'ü haberdar etti. O da söz konusu yazarların kitaplarının çevrilmesini emretti. Sağlığı yerinde değildi ama, 1937 yılının önemli bir bölümünü geniş bir kurulca gerçekleştirilen bu çeviriler, üzerlerinde notlar alarak incelemekle geçirdi.[4]

3. Teori: Türkler ve Hunlar
Türk İmparatorluğu'nu kuran Türk halkının köken efsanesine 8. yüzyıla ait olan Orhun Yazıtları'nda ve daha sonraki birçok kaynakta yer verilmiştir. Buna göre Türklerin anayurdu Altay Dağları yakınında, Selenga ve Orhun ırmakları arasında bulunan Ötüken Ormanı idi. Bu yer, Baykal Gölü'nün güney ucunun 250 km kadar güneyinde olup, günümüzde Moğolistan Cumhuriyeti sınırları içinde bulunmaktadır.
Dilsel verilerden hareket eden bazı araştırmacılar Türk dillerinin nihai kökeninin daha kuzeyde, belki Baykal Gölü'nün kuzeyinde veya doğu Sibirya'da olabileceğini ileri sürmüşlerdir. (Türk dillerinde ılıman ve soğuk iklim ormanlarına ilişkin kelimeler bozkır kuşağına ilişkin kelimelerden daha eski ve daha zengindir.)
"Türk" adına tarihte ilk kez M.S. 6. yüzyıl ortalarında Orta Asya'da Türk İmparatorluğu'nu (Kök Türk veya Göktürk adıyla da bilinir) kuran bir boy veya aşiretin adı olarak tesadüf edilir. Daha eski Çin kaynaklarında sözü geçen "Tu-kyu" veya "Tue-kue" halkının Türkler olup olmadığı konusunda çeşitli görüşler mevcuttur.
Türk İmparatorluğu'nun kazandığı büyük prestijden ötürü, daha sonraki yüzyıllarda aynı dili konuşan (Oğuzlar, Kırgızlar, Türgişler gibi) çeşitli boylar da "Türk" adını benimsemiştir. Ancak Sibirya'daki Sahalar (Yakutlar), Volga Bulgarları ve Çuvaşlar gibi merkezden uzak bazı boyların tarihte "Türk" adını hiç kullanmadığı görülmektedir. Bu grupların Türk Halklarına dahil edilmesi, modern etnografik tasniflerin sonucudur.[5]
Türk İmparatorluğu'nun ortaya çıkışından önce Türk dilleri konuşan kavimler hakkında tarihi ve epigrafik bilgi çok kısıtlıdır. Arkeolojik buluntulardan hareketle oluşturulan hipotezler, doğal olarak, önemli oranda spekülatif malzeme içerir.
Türk İmparatorluğu'ndan 700 yıl kadar önce, MÖ 2. yüzyılda, Çin kaynaklarında Hiung-nu olarak adlandırılan bir devlet Orta Asya'ya egemen olmuştur. Modern tarihçilerin birçoğu bu devleti, MS 4. yüzyılda Avrupa'yı istila eden Hun'larla birleştirir. Ancak gerek Hiung-nu, gerek Hunlar'ın kullandığı dil veya dillerin Türk dilleriyle bağlantılı olup olmadığı açık değildir. (Türk İmparatorluğu, Hiung-nu İmparatorluğundan devlet yapısına ilişkin bazı gelenekleri, Tengri (tanrı) inancını ve bazı tarihi gizemleri devralmıştır. Ancak bundan hareketle dilsel veya etnik süreklilik varsayılamaz.)
Orta Asya'da bulunan arkeolojik kalıntılar, erken Neolitik çağa giden bir kültürün varlığını kanıtlamaktadır. Bu kültürler ile tarihi dönemlerdeki Türk, Moğol, Tohar ve Tibet kültürleri arasında bazı devamlılıklar görülür. Ancak bu olgu, prehistorik Orta Asya kültürlerini "Türk" veya "Moğol", "Tohar" vb. olarak tanımlamak için yeterli değildir.
Chicago Üniversitesi bünyesinde 2003'te yapılan bir araştırmada, Moğolistan'da Egyin Gol'de bulunan Hiung-nu dönemine ait insan kalıntılarıyla Anadolu'da derlenen veriler arasında bazı genetik benzerlikler tespit edilmiştir.[6]

4. Teori: Türkler ve Etrüskler
İngiliz Guardian gazetesi, Avrupa İnsan Genetiği Konferansı'nda sunulan Etrüsk uygarlığının kökenine yönelik araştırmaya geniş yer ayırdı.
Haberde, Roma İmparatorluğu'nun ilk yıllarında İtalya'nın Toskana dahil birkaç değişik bölgesinde hüküm süren ve bugüne dek kökenleri pek çok tartışmaya konu olan Etrüsklerin atalarının ayak izlerine Anadolu topraklarında rastlandığı belirtiliyor.
Habere konu olan araştırmada, Etrüsk uygarlığının hüküm sürdüğü Volterra, Murlo ve Casentino kasabalarında 263 kişiden alınan DNA örnekleri İtalya, Balkanlar, Limni Adası ve Anadolu'daki 1200'ü aşkın kişinin DNA'larıyla karşılaştırıldı.
Sonuçta Etrüsklerin genetik yapısının bir İtalyan'dan çok bir Türk'e benzediği ortaya çıktı. Uzmanlar, özellikle Etrüsklerin Murlo kasabasındaki torunlarının genetik yapısının, birebir Türklerin genetik yapısıyla örtüştüğünü vurguluyor.
Araştırma ünlü tarihçi Heredot'un, Etrüsklerin atalarının Anadolu'da hüküm süren Lidyalılarla akraba olduklarını, buradan önce Limni Adası'na ardından da İtalya topraklarına göç ettiği fikrini destekliyor.
Milattan önce 1200-396 yılları arasında Toscana bölgesi ve civarında yaşayan Etrüskler, hiçbir zaman tam anlamıyla çözülemeyen gizemli dilleri, Roma İmparatorluğu'nu şekillendirdiğine inanılan adet ve yaşantılarıyla tarihte önemli tutan kavimler arasında yer alıyor. [7]
James Bailey'nin araştırmalarına göre dünyanın muhtelif yerlerinde demir mağaraları bulunur. Karbon 14 testlere göre Güney Afrika'da bir mağara M.Ö. 41.250 senesinde işleniyordu. Bailey'e göre binlerce yıl önce Tunç çağı denizci madencilik firmaları dünya'nın çeşitli yerlerinde demir ve başka madenler için kazı yapıyorlardı ve mağara duvarlarında "şirketlerinin logolarını" bırakıyorlardı. Bunların arasında gamalı haç (svastika), haç, güneş sembolü, çifte balta, helezon ve paralel iki dalga en yaygın olanlar arasındaydı. Türklerin ilk ataları, Ural-Altay dağlarında kadim ve kayıp uygarlığın madencilik kolonisi olabilir mi? Felaket geldiğinde ondan kurtulanlar arasında olup, yeni yurtları Orta Asya'da yayılmış olabilirler mi? Yoksa, Yafes oğullarının bir kolları mı idiler? Tanrıçaları "Turan" olan ve Troya'dan (Truva, Tür-va ?) Etrurya'ya (İtlaya/Tyrhenia) göç ettikleri söylenen ve şehirleri Tarkon tarafından kurulan Etrüskler (E-türk ?) ve ile bir bağlantıları var mıydı?
Bir denizci halkı olan Etrüsklerin Anadolu'dan geldiklerini ve Lidya'dan giden bir koloni oldukları Herodotus tarafından kaydedildiği halde, günümüzde bu ihtiyatla karşılanır. Her ne kadar Lidyalıların baştanrıları Tarku adına taşıyorsa, Halikarnaslı Diyonysos iki toplumun arasındaki farkları işaret etmişti. Heykel ve resimlerindeki çekik gözlü moğul-kokazoid figürler, at, şavaş ve güreş motifleri bir Türk köken tezine yol açmıştı, ancak bunu kanıtlayacak ciddi delil olmadığı gibi, dilleri de henüz çözülememiştir. Ayrıca Türklerin kökeni en az Etrüsklerin kökeni kadar çözülmemiştir. Elli yıl önceye kadar, Batı'da Türklere belirli bir hüviyet tanınırken ve Sümeroloji ile ilgili kitapların çoğunda Sümerlerin Turan asıllı olduğunu yazarken, günümüzde Türklerin adeta kökleri olmadığı yolundaki görüşler yaygındır. Ancak, bundan alınmamak gerekir, çünkü varsayımcılığa karşı olan bu akım, diğer toplumları da aynı işleme tabi tutuyor.[8]
Kaynaklar
[1] Yeni Rehber Ansiklopedisi, "Türkler" maddesi, cilt 19, sayfa 278.
[2] Wikipedia, "Türk Kelimesi" maddesi, tr.wikipedia.org/wiki/Türk_kelimesi
[3] Yeni Aktüel/2-8 ağustos/2005
[4] site.mynet.com/astrgnd1/mu.htm
[5] Wikipedia, "Türk Halkları" maddesi, tr.wikipedia.org/wiki/Türk_halkları
[6] Christine Keyser-Tracqui , Eric Crubézy , Horolma Pamzsav , Tibor Varga , Bertrand Ludes, "Population origins in Mongolia: Genetic structure analysis of ancient and modern DNA", American Journal of Physical Anthropology, 2006 Apr 4.
[7] arsiv.ntvmsnbc.com/news/411424.asp
[8] www.hermetics.org/atlan-3.html
ALINTI: www.gizliilimler.tr.gg
KAYNAK : http://www.duyguforum.com/turklerin-kokeni-ve-turk-turkiye-kelimelerinin-mensei-t102654.html?s=ca8a506db46e8969602e1bdb9ed23a89&
Kürtler nereden geliyor?
Kürtler nereden geliyor?
Kürtlerin kökeniyle ilgili bugüne kadar yapılmış en kapsamlı araştırma İşte çarpıcı sonuçlar
Şimdiye kadar Kürtlerin kökenleriyle ilgili çok şey yazılıp çizildi Türk ve Kürt milliyetçiliği yapanlar meseleyi böyle bir etnik kökenin var olup olmadığına kadar götürdü Hatta Kürtler diye bir topluluğun olmadığı bile dile getirildi Geliştirdikleri tezi ispatlamak için de “Kürt” kelimesinin “Kart-Kurt” sesinden türediğini ileri sürdüler “Gurmanc ve Kürtlerin kökeni” isimli kitabın yazarı kendisi de bir Gurmanc olan Ömer Özüyılmaz Aksiyon'un haberine göre 10 yıldır yerli ve yabancı birçok kaynağı inceleyen Özüyılmaz’ın tespitleri bugüne kadar yapılan tartışmaları sona erdirecek nitelikte Kürtlerin bir kolu kabul edilen Gurmanclar da Türk Kürtlerin atası da Medler değil Gurmancların ise aslında Kürt olmadığı delilleri ile ortaya konuluyor
Bugüne kadar birçok bilim adamı Kürtlerin kökenini Türkiye Irak İran ve Suriye’de araştırdı Ancak ortaya çıkan sonuçlar meseleyi daha da içinden çıkılmaz hale getirdi Bazıları Kürtlerin kökenini Medlere Urartulara ve Araplara dayandırdı; bazıları da Asya’daki kavimlere… Kimi bilim adamlarına göre Kürtler Finliler ve Cermenlerle akraba Yazar Özüyılmaz’ın araştırması bu konulara açıklık getirmesi bakımından çok önemli Ona göre Türkiye’de yaklaşık 9-11 milyon arasında Kürt kökenli vatandaş yaşıyor Kimi Kürt Gurmanc ve Zaza kendini Türklerden ayrı bir ırk olarak mütalaa ediyor Kimi de köken olarak Türk ya da başka halklardan olduklarını benimsemiş durumda
Kitapta Kürtlerin kökenin Medlere dayandığı tezi de çürütülüyor Tarihî kayıtlara göre Medler Matia ve Mada adıyla da biliniyor Arap coğrafyacı Mesudi’nin “Muruc Ez-Zeheb / Altın Bozkırlar” adlı eserinde Urumiye şehri anlatılırken Median şehirlerinin yakınlarında bir yer olarak tarif ediliyor Ermeni tarihçi Grousset ise Med topraklarını İran ile Azerbaycan topraklarının doğu kısmı olarak tarif ediyor Eski haritalarda “Median” olarak gösterilen bölge de günümüzde “Kürdistan” denilen bölgeyle coğrafi olarak aynı değil Dolayısıyla Kürtlerin atası Medler diyenlerin tezleri kuşkulu hale geliyor Medlerin ilerleyişi sırasında Van bölgesinde sadece Ermenilerin varlığından söz edilebileceğini belirten Özüyılmaz Gürcü tarihinde bahsedilen coğrafyanın farklı olduğunu söylüyor: “İskender MÖ 331 yılında Erbil Gaugamela ovasında yapılan bir meydan savaşında Pers Kralı I Dara’yı mağlup eder Bunun üzerine kaçan Dara ve kumandalarını takip ederek kuzeye girer Ermenistan’ı ve Aras vadisini takip edip buraları kendisine bağlar Sonra Median’a girer Kuzey Irak ve Güneydoğu Anadolu ile Ermenistan olarak anlatılan Doğu Anadolu ve bugünkü Batı İran Median toprakları içerisinde değildir”
İlginç olan ise bugün Gurmanc Zaza ve Kürtlerin ikamet ettiği hiçbir bölgenin Median olarak tarif edilen coğrafya içerisinde yer almıyor olması Kitapta Medlerden günümüze birkaç kral isminden başka hiçbir şey kalmadığı anlatılıyor Ayrıca Dara’nın ünlü Bisutin abidesinde dönemin önemli üç diline yer verilmişken Med diline ve Kürtlerle alakalı bir bilgiye rastlanılmaması bu tezin varlığını kesin olarak çürütüyor Kürt-Med ilişkisinin Kürtleşmiş Ermenilerin oluşturduğu Hoybun Cemiyeti’nin tezi olduğunu belirten Ömer Özüyılmaz “Sadece Mervaniler Kürt’tür diyebiliriz Halk Arap veya Müslüman olmuş Ermenilerden oluşuyordu Yalnızca yönetici kadro Kürt’tür Kürtlerin Zerdüşt olduğu tezi de Medlerle ilintilendiriliyor Ancak şimdilerde Türkiye içinde Kürt coğrafyası diye anılan bölgelerde Zerdüşt tapınaklarına rastlamak mümkün değil” diyor
Kürtlerin kökeni anlatan ilk kitap Şeref Han’ın yazdığı Şerefname’dir Bu eserde geçen ve Kürtlerin kökeni ile ilgili anlatılan üç rivayet de yazar tarafından inceleniyor Araplar Kürtlerin “cin” neslinden geldiğini savunuyor Cin aslında “Çin” bölgesini tarif ediyor Araplarda Ç harfi olmadığından kelime C olarak okunuyor
Diğer rivayete göre Peygamber Efendimiz’in (sav) zuhurundan sonra Türkler Arabistan’a bir heyet gönderir Bu heyetin başındaki Oğuz beyi Peygamberimiz’e kendisini Kürtlerin beyi olarak tanıtır Bu beyin adı Boğduz Han’dır
Yine Şerefname’ye göre Kürtler Boğduz ve Becenek adlı iki atadan türemiştir Boğduz adının bir Türk ismi olduğu ispatlanırken “becenek” adı Türklerin “peçenek” kolundan gelir
ELEGEŞ ANITINDAKİ KÜRT!
Konuyla ilgili bir diğer kanıt ise Moğolistan’ın kuzey batısında Baykal gölü ve Altay dağları civarındaki Yenisey ırmağı yakınında bulunan bir anıt Günümüzde Tannu-Tuva Özerk Muhtar Türk Cumhuriyeti içinde kalan bu alanda Kürtler tarafından bir İlhanlık veya bilinen ilk Kürt beyliğinin izleri var Rus Radloff tarafından Elegeş ırmağının doğu yakasında bulunan anıt Danimarkalı bilim adamı Thomsen tarafından okundu Elegeş yazıtları diye bilinen anıt MS 650 yılı öncesine ait Yenisey Kürtleri kendi hükümdarları için mezar anıtı olarak diktikleri tahmin ediliyor Bugünkü Türkçe ile anıtta şöyle bir yazı bulunuyor; “Ben Kürt İl-hanı Alp-Urungu’yum Altından yapılmış okluğumu bağladım belime; devletim ve milletim ben 39 yaşımda öldüm” Bu kayıt Kürtlerin bu dönemde Türkistan’da bir devlet kurduklarını dillerinin Türkçe olduğunu devlet yapısının Türk mefkûresine göre şekillendiğini gösteriyor Kürtlerin varlığını gösteren bilgiler sadece anıtla sınırlı olmadığını savunan Ömer Özüyılmaz “O çevrede çok sayıda Kürt adlı bölgelere ve Kürtlerden kalan hatıralara rastlanıldı Afganistan’daki Herat şehrinin 20 km kuzeyinde Herirud nehrinin sol sahilinde Timur devleti zamanında çok meşhur olan ‘Ulenknişin’ yaylasının batısında bir köy var Adı Kürtnişin Bu adla bir köyün varlığı buralarda halen Alp Urungun’un neslinden gelen Türk kökenli Kürt ailelerin yaşadıklarını gösteriyor Bugün Rusya sınırları içerisinde Başkurdistan adında bir özerk cumhuriyetin varlığı da çok ilginçtir Bu özerk cumhuriyetin adının günümüzde Kuzey Irak’ta oluşturulmaya çalışılan Kürdistan devleti adıyla birebir aynilik göstermektedir” diyor Yenisey Kürtlerinden yerlerinde kalanlar sonradan doğudan gelen yeni göçlerin baskısı ile batıya göç edip İrtiş ırmağı ile Tobol suyu boylarına yer yerleştiler Çarlık döneminde bunlara resmî olarak “Tara Tatarları Tobol Tatarları” ve yurtlarına da “Kürtak Heskaya Volost” denildi
KÜRTLER ASYADAN GELDİLER
Ön Asya’da İlk Kürt adının kullanılması MS 5 yüzyılda oldu Bu tarihe kadar Ortadoğu’da Kürt adına rastlanılmaması Kürtlerin Asyatik bir topluluk olduğunu göstermeye yetiyor Günümüzde Kürtler Sivas’tan Basra’ya kadar olan coğrafyada yaşayan bir halk olarak anlatılıyor Yazar Özüyılmaz Kürtlerin Hunlar içinde yer alan bir topluluk olduğunu; ancak Anadolu’ya Türklerden önce geldiklerini tezini ortaya atıyor: “Kürtler Türklerden 5 asır önce Anadolu’ya gelip yerleşmiştir Bunlar daha çok dağlarda yaşadılar Kürtler Asya’da Hunlar içinde yaşadılar Ancak Hunların ana mantalitesi Türklük üzerindedir”
1800’lü yılların ilk çeyreğine kadar yazılan tüm tarihî ve coğrafî eserlerde Doğu ve Güneydoğu için Kürt ve Kürdistan terimlerinin kullanılmadığı görülüyor İlginç olan bu tarihten sonra yazılan eserlerde Türkiye’nin doğusu ve Suriye’nin kuzeyinde yaşayan topluluklar için Kürt adının kullanılmaya başlanması Kürdistan kelimesi ilk olarak Selçuklu Sultanı Sencer tarafından dile getiriliyor Bu kavram daha sonra Akkoyunlu ve Memluklular’da devam ediyor ve Osmanlı’ya kadar geliyor Ancak Kürdistan kelimesi bugünkü coğrafyayı tarif etmek için kullanılmıyor Bu bölgede Soranların yaşadığı tahmin ediliyor Ömer Özüyılmaz Soranların Kürtlüğün özü olduğunu söylüyor
Şüphesiz aradan geçen yıllar coğrafi bölgelerde büyük değişimler meydana getiriyor Kayıtlara göre Muş’un Varto ilçesinin 1914 yılındaki nüfusu yüzde 90 Türklerden yüzde 10 da Ermenilerden oluşuyordu Günümüzde ise kendini Türk olarak ifade eden aileler yok denecek kadar az Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde çok sayıda “baba” adıyla yatırların bulunması da Kürtlerin bu coğrafya ile pek ilgisinin olmadığını gösteriyor Kitaba göre bölgede Kürt kökenli herhangi bir yatırın varlığı bilinmiyor
GURMANCLAR KÜRT DEĞİL
Ortaya çıkan bu tablo Anadolu’da Suriye’de ve Irak’ın kuzeyinde yaşayan ve kendilerini “Kürt” olarak ifade eden grupların kim olduğu sorusunu akla getiriyor Bu gruplar içerisinde Türkiye’de ve Suriye’de yaşayanlar Gurmanc (Kırmanç) olarak biliniyor Aslında Gurmanc ve Kürt toplulukları dikkatle incelendiğinde iki unsur arasındaki farklılıklar da açığa çıkıyor Türkiye’de Kürt olarak zikredilen topluluklar arasında sadece Gurmanclar yer alıyor Yazar Ömer Özüyılmaz Gurmancların Kürt oldukları tezinin yanlış ve politik olduğu görüşünde: “Kürt ve Gurmanc toplulukları birbiri ile uzak akraba fakat ayrı boylardan Kürtler İran’a 5 yüzyılda gelmişken Gurmancların Batı İran’a Irak’a ve Anadolu’ya gelişleri Türklerin İslamiyet’i kabulünden sonra olmuştur”
‘Gur’luğun esasen Türklüğün temel adı olduğunu ileri süren Özüyılmaz bu konuda farklı bir tartışmayı başlatıyor: “Hem tarihî vesikalarda hem de günümüzde Türkler ‘Gurlular’ olarak tanınmışlardır ‘Gurluk’ Türklerde ya ilk ya da son ad olmuştur Uygur Sugur Ogur Finogur Ongur Bulgur gibi çok sayıda Türk boyu vardır 1000 yıllarında Kıpçak Türklerine Yugur oğulları denmektir Harzemşahlar da bu zümre içerisinde yer alırken Kıpçak Kun ve Kuman adları ile anılan Türkler de ‘Gur’ şeklinde tarif edilmekteydi Kısacası Türklüğün özü ‘Gur’ kelimesidir” Özüyılmaz’a göre “Gur” kelimesinin Kürtçe (Gurmanc dili) anlamı “Kurt” demek Kurt ise Türk topluluklarının efsanevi sembolü Terör örgütü PKK’nın yayın organlarından Pine ve Azadiye Welat gazetelerinin çıkardıkları Ferhenggoka adındaki Kürtçe sözlükte “Gurmanco” kelimesi “efsanevi bir Kurt” olarak tarif ediliyor İran-Tahran ve Türkmenistan-Aşkabat arasında Hazar gölünün güneyinde Gurgan adlı bir yer adının Türkçe “kurtlar ve kurt yeri” manasına gelmesi de Gurmancların Türklüğünü ifade etdiyor Gurmanc kelimesinin Türkiye’deki kullanımlarından bazıları da Kirmanc ve Kurmanc şeklinde Kirman Farsçada kurt adam kurtlar anlamına geliyor “Gurmanc” kelimesi ise “Gur” ve akabinde aidiyet anlatan “Man” belirteci ile birleşmesinden meydana geliyor “Türk” ismine “man” eklenmesi ile oluşan “Türkmen” kelimesinin meydana geldiği gibi Gur Türklerinin adı olan “Gur” kelimesinin arkasına “Man” eklenmek suretiyle “Gurman” kelimesi oluşturulmuştur deniliyor Ömer Özüyılmaz bugün Gurmanc lehçesi ile konuşan Kürtlerin kullandığı çok sayıdaki kelimenin öz Türkçe olduğunu belirtiyor Özüyılmaz tespit ettiğine göre Kürtçede (Gurmanc dilinde) yer alan 400 kadar öz Türkçe kelimenin olmasına karşın bu kelimelerin Türkiye Türkçesinde yeralmıyor
DEMİRCİ KAVA BİR TÜRK EFSANESİ
Kitapta Nevruz üzerinden tartışılan Kürtlerin sahiplendiği “Demirci Kava” efsanesi ile Türklerin türeyiş destanı olarak bilenen “Ergenekon’dan çıkış” efsanesinin kökeni de aranıyor Kitapta olay şöyle anlatılıyor: Turan (Türkistan) ve İran topraklarının Cemşit’ten sonraki hükümdarı olan Dahhak adında zalim bir hükümdarın omuzlarında kanser hastalığı ortaya çıkar Hükümdar ülkenin tüm hekimlerini çağırarak hastalığına çare arar; fakat hekimler hükümdarı iyileştirmek isteseler de başarılı olamazlar Bir gün hekim kılığına giren şeytan Dehhak’a gelerek “Eğer genç insanlardan iki kişiyi her gün kurban edip beyinlerini yaralarına sürecek olursa iyileşeceğini” söyler Bu şekilde yapılan tedavide tesadüfî olarak ağrı dinmeye başlayınca her gün İran ve Türkistan’da iki genç yakalanarak kurban edilir Daha sonra bu işi yapmakla görevli mutfak çalışanı vicdan azabı çektiğinden her gün öldürülen iki gençten birini salıverip yerine koyun beyni götürmeye başlar Saraydan kaçan gençler ise uzaklardaki dağlara sığınarak zamanla çoğalırlar Nesilleri bu gençlerden oluşan topluluğa Kürt denilmiştir Daha sonra içlerinden demircilik yapan Kava adında bir kişi Kürtleri bu dağlardan kurtarıp Dehhak’a karşı isyan başlatır ve zalim Kralı öldürür
Bu efsane Türklerin türeyiş destanın çağrıştırıyor: Çinliler tarafından esir edilen Türkler zamanla kaçarak dağlara sığınmış ve orada çoğalarak millet haline gelirler Daha sonra bir demirci demirden dağı eritip Türkleri özgürlüğe kavuşturur Daha sonra Türkler düşmanlarını öldürerek bölgeyi ele geçirirler Ergenekon’dan çıkış zamanı bahar ayları olduğundan bu efsaneden dolayı Türk zümreleri bahar bayramı adı verilen Nevruz’da bir demirci temsili olarak demiri döverek bayramın başlangıcını yapar Akabinde günahlardan ve kirlerden temizlenmek için ateşten atlama törenleri yapılır Hem Kürt hem de Türk efsanesindeki figürler ve törenler aynı
Demirci Kava adlı kişinin aslında Türk veziri Bilge Tonyukuk olduğunu söyleyen Ömer Özüyılmaz “Şerefname’de de bu geçer Göktürk yazıtlarında Bilge Tonyukuk’un adı Gave olarak geçer Aslen Çin topraklarında yaşayan bir Türk ailenin çocuğu iken Göktürk devletinde vezirlik yapmıştır Doğu Türkistan Türklerinde Çin’den gelen ailelere ‘Gave’ denmektedir Göktürklerde ve Doğu Türkistan Türklerinde vezirlerin unvanı ‘demirci’dir Bu benzerliğin tesadüfle açıklanmasına imkân göremiyoruz Ergenekon destanında anlatılan hadise tamamen Demirci Gave efsanesi ile aynıdır” diyor Bu ve benzeri birçok Türk efsanesi Türklerin İran’a gelmelerinden sonra Fars edebiyatına geçer Firdevsi’nin yazdığı Demirci Kava efsanesi Türklerin İran’a gelmesinden sonra gerçekleşir Firdevsi de Türklerden duyduğu bu efsaneyi kaleme alır Hem demirci kava efsanesinde hem de Türklerin türeyiş destanında bir demircinin dağı erittiği ve halkı özgürlüğe kavuşturduğu ile demircinin zalim kralı öldürdüğü aynı benzerliklerle anlatılıyor Kendi içinde Gurmanclar (Kırmanç) Soran Zaza diye bölünen Kürtlerin tarihi geçmişiyle ilgili önemli bir araştırma geçtiğimiz günlerde Karakutu yayınları tarafından kitap haline getirildi Yazara göre “Kürtler” diye bir topluluk var Hunlar içinde Moğollar Tibetliler Afgan kökenliler de var Hakkâri’nin güneyi Urumiye Gölü ve Kuzey Irak’ın sağ tarafında kalan bölgenin adı olarak zikrediliyor Bunun yanında İran sınırına yakın az sayıda Kürt topluluğu da mevcut Alman Kuman Kurman Sayman Uzman Kahraman Ayman gibi isimlerde de “man” eki belirteç olarak kullanılıyor Dolayısıyla Bilge Tonyukuk’un Türkçe unvanı Demirci Gave’dir.
KAYNAK : http://www.freshmekan.com/genel-kultur/26-arastirmaci-yazar-omer-ozuyilmaz-dan-kurtler-nerden-geldi.html
Kürtlerin kökeniyle ilgili bugüne kadar yapılmış en kapsamlı araştırma İşte çarpıcı sonuçlar
Şimdiye kadar Kürtlerin kökenleriyle ilgili çok şey yazılıp çizildi Türk ve Kürt milliyetçiliği yapanlar meseleyi böyle bir etnik kökenin var olup olmadığına kadar götürdü Hatta Kürtler diye bir topluluğun olmadığı bile dile getirildi Geliştirdikleri tezi ispatlamak için de “Kürt” kelimesinin “Kart-Kurt” sesinden türediğini ileri sürdüler “Gurmanc ve Kürtlerin kökeni” isimli kitabın yazarı kendisi de bir Gurmanc olan Ömer Özüyılmaz Aksiyon'un haberine göre 10 yıldır yerli ve yabancı birçok kaynağı inceleyen Özüyılmaz’ın tespitleri bugüne kadar yapılan tartışmaları sona erdirecek nitelikte Kürtlerin bir kolu kabul edilen Gurmanclar da Türk Kürtlerin atası da Medler değil Gurmancların ise aslında Kürt olmadığı delilleri ile ortaya konuluyor
Bugüne kadar birçok bilim adamı Kürtlerin kökenini Türkiye Irak İran ve Suriye’de araştırdı Ancak ortaya çıkan sonuçlar meseleyi daha da içinden çıkılmaz hale getirdi Bazıları Kürtlerin kökenini Medlere Urartulara ve Araplara dayandırdı; bazıları da Asya’daki kavimlere… Kimi bilim adamlarına göre Kürtler Finliler ve Cermenlerle akraba Yazar Özüyılmaz’ın araştırması bu konulara açıklık getirmesi bakımından çok önemli Ona göre Türkiye’de yaklaşık 9-11 milyon arasında Kürt kökenli vatandaş yaşıyor Kimi Kürt Gurmanc ve Zaza kendini Türklerden ayrı bir ırk olarak mütalaa ediyor Kimi de köken olarak Türk ya da başka halklardan olduklarını benimsemiş durumda
Kitapta Kürtlerin kökenin Medlere dayandığı tezi de çürütülüyor Tarihî kayıtlara göre Medler Matia ve Mada adıyla da biliniyor Arap coğrafyacı Mesudi’nin “Muruc Ez-Zeheb / Altın Bozkırlar” adlı eserinde Urumiye şehri anlatılırken Median şehirlerinin yakınlarında bir yer olarak tarif ediliyor Ermeni tarihçi Grousset ise Med topraklarını İran ile Azerbaycan topraklarının doğu kısmı olarak tarif ediyor Eski haritalarda “Median” olarak gösterilen bölge de günümüzde “Kürdistan” denilen bölgeyle coğrafi olarak aynı değil Dolayısıyla Kürtlerin atası Medler diyenlerin tezleri kuşkulu hale geliyor Medlerin ilerleyişi sırasında Van bölgesinde sadece Ermenilerin varlığından söz edilebileceğini belirten Özüyılmaz Gürcü tarihinde bahsedilen coğrafyanın farklı olduğunu söylüyor: “İskender MÖ 331 yılında Erbil Gaugamela ovasında yapılan bir meydan savaşında Pers Kralı I Dara’yı mağlup eder Bunun üzerine kaçan Dara ve kumandalarını takip ederek kuzeye girer Ermenistan’ı ve Aras vadisini takip edip buraları kendisine bağlar Sonra Median’a girer Kuzey Irak ve Güneydoğu Anadolu ile Ermenistan olarak anlatılan Doğu Anadolu ve bugünkü Batı İran Median toprakları içerisinde değildir”
İlginç olan ise bugün Gurmanc Zaza ve Kürtlerin ikamet ettiği hiçbir bölgenin Median olarak tarif edilen coğrafya içerisinde yer almıyor olması Kitapta Medlerden günümüze birkaç kral isminden başka hiçbir şey kalmadığı anlatılıyor Ayrıca Dara’nın ünlü Bisutin abidesinde dönemin önemli üç diline yer verilmişken Med diline ve Kürtlerle alakalı bir bilgiye rastlanılmaması bu tezin varlığını kesin olarak çürütüyor Kürt-Med ilişkisinin Kürtleşmiş Ermenilerin oluşturduğu Hoybun Cemiyeti’nin tezi olduğunu belirten Ömer Özüyılmaz “Sadece Mervaniler Kürt’tür diyebiliriz Halk Arap veya Müslüman olmuş Ermenilerden oluşuyordu Yalnızca yönetici kadro Kürt’tür Kürtlerin Zerdüşt olduğu tezi de Medlerle ilintilendiriliyor Ancak şimdilerde Türkiye içinde Kürt coğrafyası diye anılan bölgelerde Zerdüşt tapınaklarına rastlamak mümkün değil” diyor
Kürtlerin kökeni anlatan ilk kitap Şeref Han’ın yazdığı Şerefname’dir Bu eserde geçen ve Kürtlerin kökeni ile ilgili anlatılan üç rivayet de yazar tarafından inceleniyor Araplar Kürtlerin “cin” neslinden geldiğini savunuyor Cin aslında “Çin” bölgesini tarif ediyor Araplarda Ç harfi olmadığından kelime C olarak okunuyor
Diğer rivayete göre Peygamber Efendimiz’in (sav) zuhurundan sonra Türkler Arabistan’a bir heyet gönderir Bu heyetin başındaki Oğuz beyi Peygamberimiz’e kendisini Kürtlerin beyi olarak tanıtır Bu beyin adı Boğduz Han’dır
Yine Şerefname’ye göre Kürtler Boğduz ve Becenek adlı iki atadan türemiştir Boğduz adının bir Türk ismi olduğu ispatlanırken “becenek” adı Türklerin “peçenek” kolundan gelir
ELEGEŞ ANITINDAKİ KÜRT!
Konuyla ilgili bir diğer kanıt ise Moğolistan’ın kuzey batısında Baykal gölü ve Altay dağları civarındaki Yenisey ırmağı yakınında bulunan bir anıt Günümüzde Tannu-Tuva Özerk Muhtar Türk Cumhuriyeti içinde kalan bu alanda Kürtler tarafından bir İlhanlık veya bilinen ilk Kürt beyliğinin izleri var Rus Radloff tarafından Elegeş ırmağının doğu yakasında bulunan anıt Danimarkalı bilim adamı Thomsen tarafından okundu Elegeş yazıtları diye bilinen anıt MS 650 yılı öncesine ait Yenisey Kürtleri kendi hükümdarları için mezar anıtı olarak diktikleri tahmin ediliyor Bugünkü Türkçe ile anıtta şöyle bir yazı bulunuyor; “Ben Kürt İl-hanı Alp-Urungu’yum Altından yapılmış okluğumu bağladım belime; devletim ve milletim ben 39 yaşımda öldüm” Bu kayıt Kürtlerin bu dönemde Türkistan’da bir devlet kurduklarını dillerinin Türkçe olduğunu devlet yapısının Türk mefkûresine göre şekillendiğini gösteriyor Kürtlerin varlığını gösteren bilgiler sadece anıtla sınırlı olmadığını savunan Ömer Özüyılmaz “O çevrede çok sayıda Kürt adlı bölgelere ve Kürtlerden kalan hatıralara rastlanıldı Afganistan’daki Herat şehrinin 20 km kuzeyinde Herirud nehrinin sol sahilinde Timur devleti zamanında çok meşhur olan ‘Ulenknişin’ yaylasının batısında bir köy var Adı Kürtnişin Bu adla bir köyün varlığı buralarda halen Alp Urungun’un neslinden gelen Türk kökenli Kürt ailelerin yaşadıklarını gösteriyor Bugün Rusya sınırları içerisinde Başkurdistan adında bir özerk cumhuriyetin varlığı da çok ilginçtir Bu özerk cumhuriyetin adının günümüzde Kuzey Irak’ta oluşturulmaya çalışılan Kürdistan devleti adıyla birebir aynilik göstermektedir” diyor Yenisey Kürtlerinden yerlerinde kalanlar sonradan doğudan gelen yeni göçlerin baskısı ile batıya göç edip İrtiş ırmağı ile Tobol suyu boylarına yer yerleştiler Çarlık döneminde bunlara resmî olarak “Tara Tatarları Tobol Tatarları” ve yurtlarına da “Kürtak Heskaya Volost” denildi
KÜRTLER ASYADAN GELDİLER
Ön Asya’da İlk Kürt adının kullanılması MS 5 yüzyılda oldu Bu tarihe kadar Ortadoğu’da Kürt adına rastlanılmaması Kürtlerin Asyatik bir topluluk olduğunu göstermeye yetiyor Günümüzde Kürtler Sivas’tan Basra’ya kadar olan coğrafyada yaşayan bir halk olarak anlatılıyor Yazar Özüyılmaz Kürtlerin Hunlar içinde yer alan bir topluluk olduğunu; ancak Anadolu’ya Türklerden önce geldiklerini tezini ortaya atıyor: “Kürtler Türklerden 5 asır önce Anadolu’ya gelip yerleşmiştir Bunlar daha çok dağlarda yaşadılar Kürtler Asya’da Hunlar içinde yaşadılar Ancak Hunların ana mantalitesi Türklük üzerindedir”
1800’lü yılların ilk çeyreğine kadar yazılan tüm tarihî ve coğrafî eserlerde Doğu ve Güneydoğu için Kürt ve Kürdistan terimlerinin kullanılmadığı görülüyor İlginç olan bu tarihten sonra yazılan eserlerde Türkiye’nin doğusu ve Suriye’nin kuzeyinde yaşayan topluluklar için Kürt adının kullanılmaya başlanması Kürdistan kelimesi ilk olarak Selçuklu Sultanı Sencer tarafından dile getiriliyor Bu kavram daha sonra Akkoyunlu ve Memluklular’da devam ediyor ve Osmanlı’ya kadar geliyor Ancak Kürdistan kelimesi bugünkü coğrafyayı tarif etmek için kullanılmıyor Bu bölgede Soranların yaşadığı tahmin ediliyor Ömer Özüyılmaz Soranların Kürtlüğün özü olduğunu söylüyor
Şüphesiz aradan geçen yıllar coğrafi bölgelerde büyük değişimler meydana getiriyor Kayıtlara göre Muş’un Varto ilçesinin 1914 yılındaki nüfusu yüzde 90 Türklerden yüzde 10 da Ermenilerden oluşuyordu Günümüzde ise kendini Türk olarak ifade eden aileler yok denecek kadar az Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde çok sayıda “baba” adıyla yatırların bulunması da Kürtlerin bu coğrafya ile pek ilgisinin olmadığını gösteriyor Kitaba göre bölgede Kürt kökenli herhangi bir yatırın varlığı bilinmiyor
GURMANCLAR KÜRT DEĞİL
Ortaya çıkan bu tablo Anadolu’da Suriye’de ve Irak’ın kuzeyinde yaşayan ve kendilerini “Kürt” olarak ifade eden grupların kim olduğu sorusunu akla getiriyor Bu gruplar içerisinde Türkiye’de ve Suriye’de yaşayanlar Gurmanc (Kırmanç) olarak biliniyor Aslında Gurmanc ve Kürt toplulukları dikkatle incelendiğinde iki unsur arasındaki farklılıklar da açığa çıkıyor Türkiye’de Kürt olarak zikredilen topluluklar arasında sadece Gurmanclar yer alıyor Yazar Ömer Özüyılmaz Gurmancların Kürt oldukları tezinin yanlış ve politik olduğu görüşünde: “Kürt ve Gurmanc toplulukları birbiri ile uzak akraba fakat ayrı boylardan Kürtler İran’a 5 yüzyılda gelmişken Gurmancların Batı İran’a Irak’a ve Anadolu’ya gelişleri Türklerin İslamiyet’i kabulünden sonra olmuştur”
‘Gur’luğun esasen Türklüğün temel adı olduğunu ileri süren Özüyılmaz bu konuda farklı bir tartışmayı başlatıyor: “Hem tarihî vesikalarda hem de günümüzde Türkler ‘Gurlular’ olarak tanınmışlardır ‘Gurluk’ Türklerde ya ilk ya da son ad olmuştur Uygur Sugur Ogur Finogur Ongur Bulgur gibi çok sayıda Türk boyu vardır 1000 yıllarında Kıpçak Türklerine Yugur oğulları denmektir Harzemşahlar da bu zümre içerisinde yer alırken Kıpçak Kun ve Kuman adları ile anılan Türkler de ‘Gur’ şeklinde tarif edilmekteydi Kısacası Türklüğün özü ‘Gur’ kelimesidir” Özüyılmaz’a göre “Gur” kelimesinin Kürtçe (Gurmanc dili) anlamı “Kurt” demek Kurt ise Türk topluluklarının efsanevi sembolü Terör örgütü PKK’nın yayın organlarından Pine ve Azadiye Welat gazetelerinin çıkardıkları Ferhenggoka adındaki Kürtçe sözlükte “Gurmanco” kelimesi “efsanevi bir Kurt” olarak tarif ediliyor İran-Tahran ve Türkmenistan-Aşkabat arasında Hazar gölünün güneyinde Gurgan adlı bir yer adının Türkçe “kurtlar ve kurt yeri” manasına gelmesi de Gurmancların Türklüğünü ifade etdiyor Gurmanc kelimesinin Türkiye’deki kullanımlarından bazıları da Kirmanc ve Kurmanc şeklinde Kirman Farsçada kurt adam kurtlar anlamına geliyor “Gurmanc” kelimesi ise “Gur” ve akabinde aidiyet anlatan “Man” belirteci ile birleşmesinden meydana geliyor “Türk” ismine “man” eklenmesi ile oluşan “Türkmen” kelimesinin meydana geldiği gibi Gur Türklerinin adı olan “Gur” kelimesinin arkasına “Man” eklenmek suretiyle “Gurman” kelimesi oluşturulmuştur deniliyor Ömer Özüyılmaz bugün Gurmanc lehçesi ile konuşan Kürtlerin kullandığı çok sayıdaki kelimenin öz Türkçe olduğunu belirtiyor Özüyılmaz tespit ettiğine göre Kürtçede (Gurmanc dilinde) yer alan 400 kadar öz Türkçe kelimenin olmasına karşın bu kelimelerin Türkiye Türkçesinde yeralmıyor
DEMİRCİ KAVA BİR TÜRK EFSANESİ
Kitapta Nevruz üzerinden tartışılan Kürtlerin sahiplendiği “Demirci Kava” efsanesi ile Türklerin türeyiş destanı olarak bilenen “Ergenekon’dan çıkış” efsanesinin kökeni de aranıyor Kitapta olay şöyle anlatılıyor: Turan (Türkistan) ve İran topraklarının Cemşit’ten sonraki hükümdarı olan Dahhak adında zalim bir hükümdarın omuzlarında kanser hastalığı ortaya çıkar Hükümdar ülkenin tüm hekimlerini çağırarak hastalığına çare arar; fakat hekimler hükümdarı iyileştirmek isteseler de başarılı olamazlar Bir gün hekim kılığına giren şeytan Dehhak’a gelerek “Eğer genç insanlardan iki kişiyi her gün kurban edip beyinlerini yaralarına sürecek olursa iyileşeceğini” söyler Bu şekilde yapılan tedavide tesadüfî olarak ağrı dinmeye başlayınca her gün İran ve Türkistan’da iki genç yakalanarak kurban edilir Daha sonra bu işi yapmakla görevli mutfak çalışanı vicdan azabı çektiğinden her gün öldürülen iki gençten birini salıverip yerine koyun beyni götürmeye başlar Saraydan kaçan gençler ise uzaklardaki dağlara sığınarak zamanla çoğalırlar Nesilleri bu gençlerden oluşan topluluğa Kürt denilmiştir Daha sonra içlerinden demircilik yapan Kava adında bir kişi Kürtleri bu dağlardan kurtarıp Dehhak’a karşı isyan başlatır ve zalim Kralı öldürür
Bu efsane Türklerin türeyiş destanın çağrıştırıyor: Çinliler tarafından esir edilen Türkler zamanla kaçarak dağlara sığınmış ve orada çoğalarak millet haline gelirler Daha sonra bir demirci demirden dağı eritip Türkleri özgürlüğe kavuşturur Daha sonra Türkler düşmanlarını öldürerek bölgeyi ele geçirirler Ergenekon’dan çıkış zamanı bahar ayları olduğundan bu efsaneden dolayı Türk zümreleri bahar bayramı adı verilen Nevruz’da bir demirci temsili olarak demiri döverek bayramın başlangıcını yapar Akabinde günahlardan ve kirlerden temizlenmek için ateşten atlama törenleri yapılır Hem Kürt hem de Türk efsanesindeki figürler ve törenler aynı
Demirci Kava adlı kişinin aslında Türk veziri Bilge Tonyukuk olduğunu söyleyen Ömer Özüyılmaz “Şerefname’de de bu geçer Göktürk yazıtlarında Bilge Tonyukuk’un adı Gave olarak geçer Aslen Çin topraklarında yaşayan bir Türk ailenin çocuğu iken Göktürk devletinde vezirlik yapmıştır Doğu Türkistan Türklerinde Çin’den gelen ailelere ‘Gave’ denmektedir Göktürklerde ve Doğu Türkistan Türklerinde vezirlerin unvanı ‘demirci’dir Bu benzerliğin tesadüfle açıklanmasına imkân göremiyoruz Ergenekon destanında anlatılan hadise tamamen Demirci Gave efsanesi ile aynıdır” diyor Bu ve benzeri birçok Türk efsanesi Türklerin İran’a gelmelerinden sonra Fars edebiyatına geçer Firdevsi’nin yazdığı Demirci Kava efsanesi Türklerin İran’a gelmesinden sonra gerçekleşir Firdevsi de Türklerden duyduğu bu efsaneyi kaleme alır Hem demirci kava efsanesinde hem de Türklerin türeyiş destanında bir demircinin dağı erittiği ve halkı özgürlüğe kavuşturduğu ile demircinin zalim kralı öldürdüğü aynı benzerliklerle anlatılıyor Kendi içinde Gurmanclar (Kırmanç) Soran Zaza diye bölünen Kürtlerin tarihi geçmişiyle ilgili önemli bir araştırma geçtiğimiz günlerde Karakutu yayınları tarafından kitap haline getirildi Yazara göre “Kürtler” diye bir topluluk var Hunlar içinde Moğollar Tibetliler Afgan kökenliler de var Hakkâri’nin güneyi Urumiye Gölü ve Kuzey Irak’ın sağ tarafında kalan bölgenin adı olarak zikrediliyor Bunun yanında İran sınırına yakın az sayıda Kürt topluluğu da mevcut Alman Kuman Kurman Sayman Uzman Kahraman Ayman gibi isimlerde de “man” eki belirteç olarak kullanılıyor Dolayısıyla Bilge Tonyukuk’un Türkçe unvanı Demirci Gave’dir.
KAYNAK : http://www.freshmekan.com/genel-kultur/26-arastirmaci-yazar-omer-ozuyilmaz-dan-kurtler-nerden-geldi.html
FATİH BAYHAN - HABER7
FİLİSTİNLİ KARDEŞLERİNİZ !!!!!!!!!!! Bu yazı aslında çok önceleri gündeme gelmeyi hak etmiş bir yazıydı. Lakin Gazze olayları dolayısıyla oluşan duygusal havayı bozmak ve dikkatleri başka noktaya çekmek istemedim. Malumunuz “Sıra dışı bir İsrail yazısı” bile hayli fırtınalar koparttı. Hala o yazının tesiri devam ediyor, olumlu ve olumsuz anlamda. Yine yanlış anlaşılmalara sebebiyet vermemek için bu yazıyı bugüne kadar erteledim. Ama artık ortalık duruldu. Gazze meselesinin acısı seçimlerin gölgesinde kaldı. Filistin meselesinde de sanki bir olumlu noktaya doğru gidiliyor görünüyor. Temennimiz odur ki oradaki insanların acı ve dramı son bulsun. Artık Ortadoğu kana bulanmasın. Mevsimlerin her rengi Filistin’de de görülsün. Her mevsim çiçekler açsın… FİLİSTİN BİZİM Peki bayrak meselesi nereden çıktı? Evet, Filistin; bir eli Asya’da, bir eli Avrupa’da, bir eli Afrika’da, Ortadoğu’da olan koca bir Osmanlı’nın en değerli parçasıydı. Görülüyor ki Türkiye’nin de en değerli parçasıdır. Bosna’dan da yürekler Filistin için yanıyorsa, Afrika’dan Filistin’e yardımlar geliyor, dualar yükseliyorsa, Endonazya’dan salavatlar gönderiliyorsa, bu Filistin, “bizim Filistinimizdir.” O halde bizim Filistinimize yakışan, bizi Filistin’den, Filistin’i bizden ayıran ve son sözünde yaptığı ihaneti ikrar edercesine itirafta bulunan Şerif Hüseyin’in “isyan simgesi” olan bu bayrak hangi halkı temsil ederek gönderde dalgalanıyor? *** Meseleyi biraz daha açalım… Ne Filistin Büyükelçisi içerlesin bize, ne Filistin’e boynundaki altını gözünü kırpmadan gönderen Anadolu kadını, ne son emekli maaşını alıp tümünü yardım sandığına koyacak fedakarlıkta bulunan Hasan dede… Amacım onların fedakarlıklarını küçümsemek değil, yok saymak değil. Bilakis bir hatırlatmada bulunarak, bize ait bu parçaya sahiplenmektir. ORTADOĞU ŞERİF HÜSEYİN’İN İHANETİYLE KOPARTILDI Filistin tarihini okuyanların karşısına çıkan bir isimdir Şerif Hüseyin. Dahası Ortadoğu’nun Osmanlı’dan nasıl ayrıldığını merak edenlerin karşısına çıkacak ilk isimdir. Osmanlı’nın kendisine iltifat ettiği bu şahıs 1908'de İkinci Meşrutiyetin ilanından sonra Hicaz valisi ve Mekke Şerifi olarak, Arabistan'a gönderildi. Bu kadar iltifata rağmen dönüp Osmanlı’nın en zayıf anında İngilizlerle işbirliği yaparak Arapların Osmanlı Devleti'nden ayrılmaları yönünde çalışmalar yapmaya başladı. Osmanlı Balkanlar’da cephe savaşı verirken Şerif Hüseyin, oğlu Abdullah aracılığı ile Mısır'da ki İngiliz yönetimi ile ilişki kurdu ve 1915-16 yıllarında Arapların Osmanlı İmparatorluğuna karşı ayaklanmaları durumunda İngilizlerin kendi krallığını tanımasını istedi ve söz aldı. Ama bir taraftan da Oğullarından Faysal, Suriye'de bulunan Osmanlı komutanı Cemal Paşa ile anlaşmaya çalıştı. 1916 ilkbaharında Cemal Paşa'nın Beyrut ve Şam'da devlete ihanetle suçladığı bazı Arap milliyetçilerini astırmasının ve Osmanlı birliklerinin Hicaz demiryolunu denetimi altına almasının ardından, Şerif Hüseyin krallığını ilan ederek, Haziran 1916'da Osmanlı Devletine karşı ayaklandı. Arap birlikleri Hicaz demiryoluna saldırılar düzenlemeye ve Osmanlı birliklerine kayıplar verdirmeye başladılar. Bir yandan İngilizlerle çarpışan Osmanlı ordusu, Hüseyin'in oğulları komutasındaki Arap birliklerine karşı da savaştı ve iki cepheden yara aldı. ŞERİF HÜSEYİN’İN İSYAN BAYRAĞI BAKIN HANGİ BAYRAĞA DÖNÜŞÜYOR İşte Şerif Hüseyin’in İngiliz desteğiyle verdiği bu ihanet silsilesi öyle bir noktaya doğru götürdü ki olayları, bugünkü İsrail’in kuruluşu o ihanetin bir sonucudur. Peki Şerif Hüseyin’in “krallık mücadelesi” ve “bağımsız bir devlet” olma mücadelesi nasıl sürdü? Hüseyin bir şeyin farkındaydı, eğer İngilizler ona destek olursa Ortadoğu’da kendi krallığını kurabilirdi. Bu nedenle Osmanlı’ya karşı başlattığı İsyan’ın, Balkanlardaki “milliyetçi isyan” gibi karşılanması için bir devlet modeli üzerinde isyanını sürdürecekti. Bir devlet kuracaksa; bayrağı, arması, simgesi, tarihi de olmalıydı. Hüseyin’in Osmanlı’ya karşı açtığı isyan bu şekilde bir bayrağa da kavuştu. O bayrak, üç eşit boyutta şeritten oluşur. Bunu soldan en uç noktası bayrağı ortalayacak şekilde duran bir ikizkenar üçgen tamamlar. Yani bugünkü Filistin Bayrağının temelleri böyle atılır. ŞERİF HÜSEYİN HALİFELİĞİNİ DE İLAN ETTİ! Birinci Dünya Savaşı'nın bitiminden sonra İhtilaf kuvvetleri, Ürdün'de kendilerine bağlı bir yönetim kurdular. İngilizlerin Filistin'de bir İsrail devleti kurmaya çalışması Şerif Hüseyin'i kızdırdı. Ama artık çok geçti her şey için…İngiltere'nin, 1921'de Abdullah'ı Ürdün Emiri, diğer oğlu Faysal'ı da Irak Kralı yapması Şerif Hüseyin'in Arap dünyasındaki otoritesini iyice sarstı. Mart 1924'te, Türkiye'de halifeliğin kaldırılmasından sonra kendisini halife ilan ettiyse de Mekke'yi kuşatan İbni Suud Abdülaziz tarafından krallığına ve halifelik iddialarına son verildi. Şerif Hüseyin 1930 yılına kadar Kıbrıs'ta sürgün hayatı yaşadı. Bundan sonra Şerif Hüseyin, Ürdün Emiri olan oğlu Abdullah'ın yanına gitti. Bir yıl sonra, 1931 yılında öldü. “BEN VELİNİMETİNE İSYAN ETMİŞ ASİ BİR KULUM” Osmanlı Devletine karşı isyan eden Şerif Hüseyin ilk olarak isyanın hemen bitiminde Vehhabiler tarafında alaşağı edildi. Daha sonraları hasta bir vaziyette Amman’da oğlunun yanında iken, saray bahçesinde çalmakta olan İzmir marşı kulağına geldiğinde, oğlunun hemen perdeyi kapatmak istemesi üzerine bu zavallı şöyle mırıldanacaktır. ‘’Evlat, niçin o pencereyi kapatıyorsun? İzmir Marşı’nın eski günleri bana hatırlatmaması için, değil mi? Ben velinimetime isyan etmiş asi bir kulum, günahım büyüktür. Bu bizim başımıza gelenler ve gelecek olanlar, ekmek kapımız velinimetimiz, koruyucumuz ve asırlar boyu efendimiz olan Osmanlı Devleti’ne karşı işlediğimiz günahların, giriştiğimiz isyanların İlahi bir cezasıdır.’’ AİLESİ DE, ONURU DA AYAKLAR ALTINDA ÖLDÜ Oğullarından Faysal, bir zamanlar Fahreddin Paşa komutasında Medine’yi müdafaa eden Türk askerlerine saldıran Arap aşiret alaylarının komutanıydı. Onun akibeti İngilizler tarafından zehirlenerek öldürülmek oldu. Yerine geçen oğlu Gazi ise bir kazada can verdi. Torunu, Irak kralı ‘2. Faysal ise çok kanlı bir ihtilalle devrilip cesedi sokaklarda sürüklendi. Yine Şerif Hüseyin’in ortanca oğlu Abdullah da (Şimdiki Ürdün kralının dedesinin babası) İngilizler tarafından Filistin bölünerek Ürdün kralı ilan edilmişti. Bu kral da bir suikastçı tarafından Kudüs’te Hz Ömer Camii’nin önünde hançerlenerek can verdi. Yerine geçen oğlu Tallal ise çıldırarak öldü. BUGÜNKÜ FİLİSTİN BAYRAĞI ŞERİF HÜSEYİN’İN OSMANLI’YA İSYAN BAYRAĞIDIR! Şimdi kimse alınmasın, kızmasın. Ama bugün poşu olarak taktığımız, Filstin’e destek verdiğimiz her programda dalgalandırdığımız Filistin bayrağı, ilk olarak Şerif Hüseyin tarafından 1916'daki Osmanlı Devleti'ne karşı yapılan Arap ayaklanmasının sembolü olarak tasarlandı. Ardından 1964 yılında bayrak Filistin Kurtuluş Örgütü tarafından Filistin halkının bayrağı ve 15 Kasım 1988 yılında da yine Filistin Kurtuluş Örgütü tarafından Filistin Ülkesi'nin bayrağı olarak ilan edilen bayraktır. FİLİSTİN BİZİMSE, BU İSYAN SEMBOLÜNÜ HEMEN DEĞİŞTİRMELİDİR! Ne zaman şimdiki Filistin bayrağını görsem içime düşen hicran ve hüznü tarif edemem. İhanet aklıma gelir, Mekke aklıma gelir, Medine gelir, Fahrettin Paşa gelir, sonra binlerce masum yürek… Bir hırs küpü ve isyancı ahmakın; dini, seyyidliği kullanarak İngilizlerle yaptığı işbirliğiyle bugünkü Ortadoğu fotoğrafının oluşması aklıma gelir. Sayın Başbakanımız Davos’ta gösterdiği sahiplenmeyle tüm dikkatleri üzerine çekti. Madem bu sahiplik duygusu tarihimizden geliyor, tarih her an bizi kuşatıyor. O halde Filistin, bize her an Şerif Hüseyin’in ihanetini hatırlatan bu bayrağını değiştirmeli ve kendisine yeni bir bayrak oluşturmalıdır. Bilmiyorum yine birilerinin yüzünde kızgınlıklar oluştu mu? FATİH BAYHAN - HABER7
türk kelimesinin kökeni
TÜRK ADI
Türk Milleti'nin tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. "Türk" sözü tarihin en eski çağlarından beri kullanılıyordu ve belirli bir kavmin yada kavimler birliğinin adı olarak mevcuttu.
Türkler'in köklü ve çok zengin bir tarihe ve kültüre sahip olması nedeniyle birçok bilim adamı "Türk" adının nereden geldiği hakkında araştırmalar yapmış, bu araştırmalar neticeside Türk adı ilk defa MÖ. XIV. yy'da "Tik" vveya "Tikler" adıyla geçmeye başlamıştır. Diğer bir görüşe göre ise Türk adı MÖ. XIV. yy'dan öncede varolduğudur. Zira Türk ırkının tarihi insanlığın tarihi kadar eskidir. Bu gerçeği kavmi ve milli mitolojilerde ve tarihi oluşumlarda izaheden eski kayıtlarda görmek mümkün olmaktadır.
Türk ırkının çok eski olması nedeniyle Türk adının nerden geldiği hakkında birçok iddia ve görüşler ileriye sürmüşlerdir. Buna göre,
-Heredotos'un doğıu kavimleri arasında zikrettiği TARGİTAB'lar.
-İskit topraklarında doğdukları söylenen TYRKAE'ler
-Tevratta adı geçen Togarma'lar.
-Eski Hint kaynaklarında tesadüf edilen TURUKHA'lar veya THRAK'lar
-Esiki Ön Asya çivili metinleride görülen TURUKKU'lar.
-Çin Kaynaklarında MÖ. I.yy'da rol oynadıkları belirtilen TİK veya Dİ'ler
Bizzat "Türk" adını taşıyab Türk kavimleri olarak gösterilmektedir.
İslam kaynaklarında yer alan İran menşeli "Zend - Avesta" rivayetleri ile İsrail menşeli "Tevrat" rivatetleride Nuh Peygamber'in torunu olan Yafes'in oğlu "Türk" ile İran rivayetlerideki Feridun'un oğlu "Türac" vveya "Tur"un soyu türk adını taşıyan ilk kavim olarak gösterilmek istenmiştir.
"Avesta"da yer alan "Ebül Beşer"den (1) ,Cemil ve oğu Ferdiun'dan bahsedilmektedir. "Ferdidun ülkesi Salm, Irak ve Turak (Türk) ismindeki üç oğlu arasında pay etmiştir. Salma!a bugünkü İran ve havalisi, Irak'a bugünkü Irak ve havalisi ,Turak'a ise Orta Asya ve Çin havvalisi düşmüştür. Feridun ölünce Irak, Salm'a saldırarak İran ve havalisini almış,dahasonra Turak'a saldırmıştır.
Irak, Turak'ı yenememiş, savaş bunların torunlarına uzanan dek senelerce sürmüştür. Sonunda Turak'ın torunu "Afrasyap"(2) Irak torunun "Muncihir"i mağlup ederek Ceyhun nehri sınır kabul edilen bir anlaşma yapmıştır. Bu tarihten sonra ceyhun nehri doğusunda "TURAN", batısına da "İRAN" denmiştir.
Tevrat rivayetleride ise Nuh tufanından sonra Nuh peygamber dünyayı üç oğlu arasında pay etmiş.Yafes'e Orta Asya ve Çin ülkeleri düşmüş,Yafes ölürken tahtını sekiz oğullarından biri olan "TÜRK" e bırakmıştır.
Görülmektedirki Hz. Adem devrina yakın zamanlarda Turak(Türk)'den İran-Turan savaşlarından ve Alp Er Tunga gibi büyük bir Türk Başbuğunndan ve Saka İmparatorluğu Kağa'nından bahsedilmektedir. Yukarıda mitoloji ve tarihi kayıtlar içerisinde yer alan "Türk" kelimeleriden ,Türk adının nekadar eski olduğu ortyaya çıkmaktadır.
MÖ XIV. yy'da yer alna "Tik"ler ile dünyada mevcut olan medeniyetlerin en eskisi olan MÖ. VII. yy. da Orta Asya'da kurulan "Anav" medeniyeti de Türkler tarafından kurulmuştu. O halde Türkler MÖ. XIV. yy'da Tik'ler , MÖ. VII. yy'da Anavlar ,MÖ IV yy'da Sakalr ile tarih kayıtlarında yer almaktadır.
Türk kelimesinin yazılı olarak kullanılması ilk defa MÖ 1328 yılında Çin tarihide "Tu-Kiu" şeklinde görülmektedir.
MÖ. I yy'da Roma'lı yazarlardan biri olan Pompeius Meala'nın Azak Denizi kuzeyinde yaşayan halktan "Turcae" olarak bahsetmesi ile ilk defa yazılı olarak karşılaşıyoruz.
Türk adının tarih sahnesine çıkışı MS VI yy'da kurulan Kök-Türk Devleti ile olmuştur. Orhun kitablerinde yer alan "Türk" adı daha çok "Türük" şeklide gösterilmektedir. Bundan dolayı Türk kelimesini Türk Devleti'nin ilk defa resmi olarak kullanılan siyasi teşekkülün Kök-Türk imparatorluğu olduğu bilinmektedir. Kök-Türkler'in ilk dönemlerinde Türk sözü bir devlet adı olarak kullanılmışken,sonrada Türk millietini ifade etmek için kullanılmaya başlanmıştır.
MS. 585 yılında Çin İmparatoru'nun KÖK-TÜRK Kağanı İşbara'ya yazdığı mektupta"Büyük Türk Kağanı" diye hitap etmesi, İşbara Kağan'ın ise Çin İmparatoruna vverdiği cevabi mektupta "Türk Devleti'nin Tanrı tarafından kuruluşundan bu yana 50 yıl geçti" hitapları Türk adını resmileştirmiştir.
Kök-Türk yazıtlarında Türk sözü daha çok "Türk Budun" şeklide geçmektedir. Türk Budun'un ise Türk Milleti olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla türk adı bu dönemlerde bir topluluğun veya kavmin isminden ziyade ,siyasi bir mensubiyeti belirleyen bir kelime olarak görülmektedir. Yani Türk soyuna mensup olan bütün boyları ve toplulukları ifade etmek üzere milli bir isim haline gelmiştir.
Türk'ün Manası
Türk adına çeşitli kaynak ve araştırmalarda türlü manalar verilmiştir. Çin kaynakları Tu-küe (Türk)'ü miğfer olarak , İslam kaynakları ise ses benzetmesine dayanarak terkedilmiş,olgunlukçağı ve benzeri manalar vererek yeni anlamlar üretmiştir.
XIX. asırda A. Vambery'nin ilmi izaha yakın olan fikrine göre ise Türk kelimesi "TÜREMEK"ten gelmektedir. Zira Gökalp bunu "TÜRELİ" yani kanun ve nizam sahibi olarak açıklamıştır.
Ancak Türk sözünün cins isim olarak "GÜÇ-KUVVET" manasında olduğu, buradaki Türk kelimesinin milletin adı olan "Türk" kelimesi ile aynı olduğu A.V. Le Coq tarafından ileri sürülmüştür. Bu iddia Kök-Türk kitabelerinin çözücüsü olan V. Thomsen tarafından kabul edilmiş,aynı iddia G. Nemeth'in tetkikleri ile de ispat edilmiştir.
Ayrıca Türk kelimesinin cins isim olarak "ALTAYLI" (Ceyhu ötesi Turanlı) kavimlerini ifade etmek üzere 420 yıllarına ait bir Pers metninde,daha sonradan 515 hadiseleri dolayısıyla "Türk-Hun"(Kudretli-Hun) tabirleride geçtiği bilinmektedir.
İran kaynaklarında Türk sözü "Güzel İnsan" karşılığında kullanılırken, XI. yy'da Kaşkarlı Mahmut "Türk adının Türkler'e Tanrı tarafından verildiğini " belirterek,"Gençlik,kuvvet,kudret ve olgunluk çağı" demek olduğunu bir kez daha belirtmiştir. Tarihçiler ise Türk kelimesinin "Güçlü-Kuvvetli" anlamına geldiğini kabul etmektedirler.
Kaynak: Prof. Dr. İBRAHİM KAFESOĞLU Türk Milli Kültürü
Türk Milleti'nin tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. "Türk" sözü tarihin en eski çağlarından beri kullanılıyordu ve belirli bir kavmin yada kavimler birliğinin adı olarak mevcuttu.
Türkler'in köklü ve çok zengin bir tarihe ve kültüre sahip olması nedeniyle birçok bilim adamı "Türk" adının nereden geldiği hakkında araştırmalar yapmış, bu araştırmalar neticeside Türk adı ilk defa MÖ. XIV. yy'da "Tik" vveya "Tikler" adıyla geçmeye başlamıştır. Diğer bir görüşe göre ise Türk adı MÖ. XIV. yy'dan öncede varolduğudur. Zira Türk ırkının tarihi insanlığın tarihi kadar eskidir. Bu gerçeği kavmi ve milli mitolojilerde ve tarihi oluşumlarda izaheden eski kayıtlarda görmek mümkün olmaktadır.
Türk ırkının çok eski olması nedeniyle Türk adının nerden geldiği hakkında birçok iddia ve görüşler ileriye sürmüşlerdir. Buna göre,
-Heredotos'un doğıu kavimleri arasında zikrettiği TARGİTAB'lar.
-İskit topraklarında doğdukları söylenen TYRKAE'ler
-Tevratta adı geçen Togarma'lar.
-Eski Hint kaynaklarında tesadüf edilen TURUKHA'lar veya THRAK'lar
-Esiki Ön Asya çivili metinleride görülen TURUKKU'lar.
-Çin Kaynaklarında MÖ. I.yy'da rol oynadıkları belirtilen TİK veya Dİ'ler
Bizzat "Türk" adını taşıyab Türk kavimleri olarak gösterilmektedir.
İslam kaynaklarında yer alan İran menşeli "Zend - Avesta" rivayetleri ile İsrail menşeli "Tevrat" rivatetleride Nuh Peygamber'in torunu olan Yafes'in oğlu "Türk" ile İran rivayetlerideki Feridun'un oğlu "Türac" vveya "Tur"un soyu türk adını taşıyan ilk kavim olarak gösterilmek istenmiştir.
"Avesta"da yer alan "Ebül Beşer"den (1) ,Cemil ve oğu Ferdiun'dan bahsedilmektedir. "Ferdidun ülkesi Salm, Irak ve Turak (Türk) ismindeki üç oğlu arasında pay etmiştir. Salma!a bugünkü İran ve havalisi, Irak'a bugünkü Irak ve havalisi ,Turak'a ise Orta Asya ve Çin havvalisi düşmüştür. Feridun ölünce Irak, Salm'a saldırarak İran ve havalisini almış,dahasonra Turak'a saldırmıştır.
Irak, Turak'ı yenememiş, savaş bunların torunlarına uzanan dek senelerce sürmüştür. Sonunda Turak'ın torunu "Afrasyap"(2) Irak torunun "Muncihir"i mağlup ederek Ceyhun nehri sınır kabul edilen bir anlaşma yapmıştır. Bu tarihten sonra ceyhun nehri doğusunda "TURAN", batısına da "İRAN" denmiştir.
Tevrat rivayetleride ise Nuh tufanından sonra Nuh peygamber dünyayı üç oğlu arasında pay etmiş.Yafes'e Orta Asya ve Çin ülkeleri düşmüş,Yafes ölürken tahtını sekiz oğullarından biri olan "TÜRK" e bırakmıştır.
Görülmektedirki Hz. Adem devrina yakın zamanlarda Turak(Türk)'den İran-Turan savaşlarından ve Alp Er Tunga gibi büyük bir Türk Başbuğunndan ve Saka İmparatorluğu Kağa'nından bahsedilmektedir. Yukarıda mitoloji ve tarihi kayıtlar içerisinde yer alan "Türk" kelimeleriden ,Türk adının nekadar eski olduğu ortyaya çıkmaktadır.
MÖ XIV. yy'da yer alna "Tik"ler ile dünyada mevcut olan medeniyetlerin en eskisi olan MÖ. VII. yy. da Orta Asya'da kurulan "Anav" medeniyeti de Türkler tarafından kurulmuştu. O halde Türkler MÖ. XIV. yy'da Tik'ler , MÖ. VII. yy'da Anavlar ,MÖ IV yy'da Sakalr ile tarih kayıtlarında yer almaktadır.
Türk kelimesinin yazılı olarak kullanılması ilk defa MÖ 1328 yılında Çin tarihide "Tu-Kiu" şeklinde görülmektedir.
MÖ. I yy'da Roma'lı yazarlardan biri olan Pompeius Meala'nın Azak Denizi kuzeyinde yaşayan halktan "Turcae" olarak bahsetmesi ile ilk defa yazılı olarak karşılaşıyoruz.
Türk adının tarih sahnesine çıkışı MS VI yy'da kurulan Kök-Türk Devleti ile olmuştur. Orhun kitablerinde yer alan "Türk" adı daha çok "Türük" şeklide gösterilmektedir. Bundan dolayı Türk kelimesini Türk Devleti'nin ilk defa resmi olarak kullanılan siyasi teşekkülün Kök-Türk imparatorluğu olduğu bilinmektedir. Kök-Türkler'in ilk dönemlerinde Türk sözü bir devlet adı olarak kullanılmışken,sonrada Türk millietini ifade etmek için kullanılmaya başlanmıştır.
MS. 585 yılında Çin İmparatoru'nun KÖK-TÜRK Kağanı İşbara'ya yazdığı mektupta"Büyük Türk Kağanı" diye hitap etmesi, İşbara Kağan'ın ise Çin İmparatoruna vverdiği cevabi mektupta "Türk Devleti'nin Tanrı tarafından kuruluşundan bu yana 50 yıl geçti" hitapları Türk adını resmileştirmiştir.
Kök-Türk yazıtlarında Türk sözü daha çok "Türk Budun" şeklide geçmektedir. Türk Budun'un ise Türk Milleti olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla türk adı bu dönemlerde bir topluluğun veya kavmin isminden ziyade ,siyasi bir mensubiyeti belirleyen bir kelime olarak görülmektedir. Yani Türk soyuna mensup olan bütün boyları ve toplulukları ifade etmek üzere milli bir isim haline gelmiştir.
Türk'ün Manası
Türk adına çeşitli kaynak ve araştırmalarda türlü manalar verilmiştir. Çin kaynakları Tu-küe (Türk)'ü miğfer olarak , İslam kaynakları ise ses benzetmesine dayanarak terkedilmiş,olgunlukçağı ve benzeri manalar vererek yeni anlamlar üretmiştir.
XIX. asırda A. Vambery'nin ilmi izaha yakın olan fikrine göre ise Türk kelimesi "TÜREMEK"ten gelmektedir. Zira Gökalp bunu "TÜRELİ" yani kanun ve nizam sahibi olarak açıklamıştır.
Ancak Türk sözünün cins isim olarak "GÜÇ-KUVVET" manasında olduğu, buradaki Türk kelimesinin milletin adı olan "Türk" kelimesi ile aynı olduğu A.V. Le Coq tarafından ileri sürülmüştür. Bu iddia Kök-Türk kitabelerinin çözücüsü olan V. Thomsen tarafından kabul edilmiş,aynı iddia G. Nemeth'in tetkikleri ile de ispat edilmiştir.
Ayrıca Türk kelimesinin cins isim olarak "ALTAYLI" (Ceyhu ötesi Turanlı) kavimlerini ifade etmek üzere 420 yıllarına ait bir Pers metninde,daha sonradan 515 hadiseleri dolayısıyla "Türk-Hun"(Kudretli-Hun) tabirleride geçtiği bilinmektedir.
İran kaynaklarında Türk sözü "Güzel İnsan" karşılığında kullanılırken, XI. yy'da Kaşkarlı Mahmut "Türk adının Türkler'e Tanrı tarafından verildiğini " belirterek,"Gençlik,kuvvet,kudret ve olgunluk çağı" demek olduğunu bir kez daha belirtmiştir. Tarihçiler ise Türk kelimesinin "Güçlü-Kuvvetli" anlamına geldiğini kabul etmektedirler.
Kaynak: Prof. Dr. İBRAHİM KAFESOĞLU Türk Milli Kültürü
14 Temmuz 2010 Çarşamba
3 Temmuz 2010 Cumartesi
Dünyanın Sonunu Bekleyen Anıt

Üzerinde Svahilice dahil 8 dilde ilginç yazılar bulunan dev "Rehbertaşı" herkesi şaşırtıyor.
ABD'nin Georgia eyaletinde bulunan "Rehbertaşı" henüz 29 yıllık bir geçmişe sahip ama esrarını koruyor. Görenleri şaşırtan taşı kimin yaptırdığı tam olarak bilinmiyor. Ama "Mahşer gününden sonra hayatta kalabilecek insanlara, yeniden bir medeniyet kurmaları için bir rehber niteliğinde" olması amacıyla yaptırıldığı biliniyor.
Üzerinde, Svahili dili dahil 8 dilde sayısız ilginç yazılar mevcut. Tarihten, genetiğe, sosyal bilimden fiziğe kadar pek çok bilgi var. Her biri 20 ton ağırlığında, 5 metre yüksekliğinde beş ayağı, bir de 12 tonluk bir tepe taşı olan devasa anıtın her türlü doğal felakete meydan okuyacak nitelikte yapılması istenmiş. 1980'de dikilen anıtın hikayesi ise Temmuz 1979'un bir cuma akşamında başlamış.
Kendisini Robert C. Christian olarak tanıtan, şık giyimli, orta yaşlı, gir saçlı, ince ve uzun boylu bir kişi, ABD'nin ve hatta dünyanın en iyi granit taşının işlendiği Georgia eyaletindeki Elbert kentindeki Elberton Granite Finishing adlı şirkete gidip "Ben küçük bir grup Amerikalı'nın adına burada, hem saat, hem takvim, hem rehber olacak bir granit anıt siparişi vermek istiyorum" dedi.
Elberton Granite Finishing'in dönemin Başkanı Joe Fendley, o günü şöyle anlatıyor: "Etkileyici görünen o adamın anlattıklarıyla önce pek ilgilenmedim ama ne istediğini tarif ettikçe şaşırdım. Sadece dev granit taşları işlememizi değil, onları devasa bir astorlojik enstrüman şeklini andıracak bir şekilde yerleştirmemizi istiyordu. Bu çok zor bir işti ve kurtulmak için üç kat fazla bir fiyat söyledim. Ama o rakamı hiç itiraz etmeden kabul etti. Şemalarıyla geldi ve o şemalara göre çalıştık. Her şey bittiğinde ortaya çıkan bu dev anıta şaşırdık. Ama siparişini veren Robert C. Christian o gün bugün ortada yok. Ayrıca buradan ayrılırken bana açıkca R.C. Christian'ın takma bir isim olduğunu söyledi" dedi.
Rehbertaşının aykları, güneşi yıl boyunca Doğu-Batı yönünde işaret edecek şekilde yerleştirilmiş. Tepe taşına açılan bir delikten gelen güneş ışını, bir ayağın üzerindeki takvimde, günü gösteriyor. Taşın üzerindeki İngilizce, Arapça, İbranice, Svahili dili dahil 8 dildeki bilgiler ise şaşırtıcı derecede hem günlük hayatta hem de yüksek bilimde kullanılabilen bilgiler.

Anıtın Elbert kentinin bir tepesine dikilmesine izin veren belediyede de R. C. Christian adına izin belgesi mevcut. Ama hiç kimse onu tanımıyor. Ne var ki belediyeye çok yüklü bir bağış da yaptığı kayıtlarda.
2 Temmuz 2010 Cuma
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)