25 Haziran 2010 Cuma

Bu buluş mayına 'dur' diyecek


İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü (İYTE) Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Metin Tanoğlu, mayın patlamaları ve diğer saldırılara karşı hasara en aza indirecek bir proje üzerinde çalıştıklarını açıkladı.
Güncelleme:26 Haziran 2010 06:31



Proje bittiği zaman, zırhlar; askeri araç, askeri kamuflaja uygulanabilecek. Ayrıca onaylanması durumunda günlük hayatta da kullanılacak ve binalar da olası saldırılara karşı geliştirilen zırhla korunacak.

Tanoğlu, yaptığı açıklamada, Gazi Üniversitesi ve Barış Elektrik AŞ ile ortak proje yürüttüklerini belirtti.

Projenin sadece mayın değil, diğer farklı tehditlere de karşı koyabilecek malzeme sistemleri geliştirilmesini kapsadığını anlatan Tanoğlu, uluslararası seviyede AR-GE çalışmaları yaptıklarını anlattı.

Temel hedeflerinin, “mayın patlaması sırasında oluşan şokun bertaraf edilmesi” olduğunu kaydeden Tanoğlu, “Hazırladığımız sistem, bir araca uygulanacaksa araç içerisindeki şokun en az hasarla atlatabilmesi, herhangi bir patlamada personelin bu yaşanan şok karşısında korunabilmesini içeriyor” dedi.

KORUYUCU ZIRH ÜZERİNDE ÇALIŞIYORLAR

Projenin “insan ve personel koruyucu zırh” olduğunu söyleyen Prof. Dr. Tanoğlu, patlama ve şoka karşı geliştirdikleri malzemenin ilk testlerde başarılı sonuç verdiğini bildirdi.

İkinci aşamada, malzemenin değişik platformlara, bir araç ya da elbise üzerine uygulanabileceğini de kaydeden Tanoğlu, şunları anlattı:

“Sonuç bölümündeyse bu ileri teknolojiyle üretilen malzemelerin günlük kullanımda uygulamaya geçilip geçilmeyeceğine ilgili kuruluşlar karar verecek. Burada sadece mayın değil, diğer tehdit oluşturan unsurlara karşı koruyucu malzeme sistemlerinin geliştirilmesi konusunda da çalışmalar yapıyoruz. İnsan ve personel koruyucu zırh sistemleri üzerinde çalışıyoruz. Askeri personelin korunması veya binaların korunmasına yönelik malzemeler üzerinde araştırmalarımız sürüyor.”

“SİVİL HAYATTA DA KULLANILABİLİR”

Üzerinde çalıştıkları koruyucu malzemelerin sivil hayatta kullanılabileceğine dikkati çeken Tanoğlu, araçların da aynı malzemeyle korunabileceğini söyledi.Hem askeri hem de sivil araçların zırhlandırılması ya da şok karşısında dayanıklı hale getirilmesini amaçladıklarını ifade eden Metin Tanoğlu, “Bu projelerden bir tanesi de personeli koruyucu sistemler. Askeri personelin değişik tehditler karşısında korunması kıyafetlerin bu tehditlere göre hazırlanması gibi çalışmalarımıza devam ediyoruz” dedi.

Performansı yüksek esnekliğe sahip ileri teknoloji ürünler tasarlamayı istediklerini ifade eden Prof. Dr. Tanoğlu, sporla uğraşanların da tasarladıkları malzemeden yararlanabileceğini kaydetti.

MALZEME GİZLİ TUTULUYOR

Dağcılık sporu veya inşaat sektöründe çalışanların da insanı koruyucu zırh giyebileceğini anlatan Tanoğlu, “Şu ana kadar önemli seviyede testler gerçekleştirildi. 6 ay sonra projenin birinci ayağı sona ermiş olacak. Ama önemli olan bu projelerin hayata geçirilip geçirilmeyeceğidir. Biz AR-GE yapan insanlarız. Bu konu ile ilgili kararı milli savunma kurumları verecektir” dedi.

Metin Tanoğlu, zırhı üretecekleri malzemenin gizli tutulduğunu da sözlerine ekledi.

23 Haziran 2010 Çarşamba

uğur arslan - adıyaman

uğur arslan - adıyaman süper... | izlesene.com

İsmet Berkan: Bana ajanlık teklif edildi


Radikal Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İsmet Berkan, eski MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun'un kendisine ajan gazetecilik teklifinde bulunduğunu söyledi.

Cihan Haber dergisine konuşan Berkan, Ergenekon sürecinden Danıştay saldırısına, EMASYA protokolünden medya içerisindeki ajan gazetecilere kadar değişik konularda önemli açıklamalar yaptı.

Radikal Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İsmet Berkan için 'doğuştan gazeteci' dense abartılmış olmaz. Annesi de gazeteci olduğu için hayatı hep meslek erbaplarıyla aynı ortamlarda geçmiş Berkan'ın. Daha 14 yaşında atmış kendisini medya okyanusunun derinliklerine. Mesleğe genç yaşta başladığı için kimi zaman dünyayı keşfetmek için ara vermiş gazeteciliğe ama bir türlü kopamamış. Berkan'la röportaj için yaklaşık iki hafta uğraştım. İşlerinin yoğunluğuna rağmen bize zaman ayırdığında, kafamda soru işaretleri vardı. Ne de olsa Türkiye'nin önemli bir gazetesinin en tepesindeki kişiydi. 'Zor bir röportaj olacak' düşüncesiyle gazeteye gittiğimde beklediğimin tam tersi bir tabloyla karşılaştım. Patron değil, daha çok basın emekçisi tadında bir duruşu vardı. Zaten odası da gazetenin mutfağıyla hemen iç içeydi. Belli ki o mutfaktan uzaklaşmak istemiyordu. Çok samimi bir şekilde karşıladı beni. Akşam atıştırması olarak yediği simit ve çayına ara vererek röportaja başladık. Yaklaşık 45 dakika sürer diye düşündüğümüz röportaj sohbet havasında 2 saat kadar sürdü. Kaleme aldığı yazılar ve özellikle Ergenekon konusundaki tespitleriyle çevresinin tepkisini üzerine çeken Berkan ile başta Ergenekon olmak üzere, zihinlerde yer etmiş birçok konuyu konuştuk. Berkan, kendisine yapılan ajan gazetecilik teklifinden Danıştay saldırısına, Ergenekon yazılarından daha birçok konuda sorularımızı samimiyetle cevapladı.

Büyük Ergenekon'a henüz ulaşılamadığını yazıyorsunuz. Kuvvet komutanlarının ifadelerinin alınması soruşturmanın Büyük Ergenekon'a ilerlediğini gösterir mi? Hâlâ bence hükümetin ve hükümete bağlı organların kendi elindeki bilgilerin tamamını savcılarla paylaşmadığını düşünüyorum. Mahkeme yazı yazıyor 'biz göndermeyiz falan' diyorlar. MİT'e soru soruluyor. MİT 'Bende yok, şuraya gönderdim' diyor. Oradan isteniyor. Başbakanlık'a soruyorlar onlar 'bizde de yok' diyor. İkincisi benim 'büyük Ergenekon' adını verdiğim darbe teşebbüsleri, açılan davaların merkezinde maalesef değil. Ya savcının soruşturma metodolojisinde bir yanlışlık var ya da savcı çaresizlikten öyle yapıyor. Büyük ihtimalle ikincisi… Kendisine de kimse yardımcı olmuyor o konuda. O yüzden de kamuoyundaki tepki de bundan kaynaklanıyor. Türkiye'de darbe teşebbüsleri olduğu, muhtıra hazırlıkları yapıldığı vs. Herkesin bildiği sırlar bunlar; fakat onları direkt hedef alan iddianameler yok. Onun yerine işte bu çeşit tertiplerde doğrudan ya da dolaylı işbirlikçi olarak bilerek ya da bilmeyerek rol aldığı iddia edilen insanlarla ilgili soruşturmalar yapılıyor. Bazılarının rol aldığından benim kuşkum yok. Ama bazıları hakikaten ne kadar rol alıyordur bilmiyorum. Bu çeşit insanların ön planda olması bu tepkiyi de yaratıyor tabii. Orada Mustafa Balbay'ın savunması da anlamlıydı bu noktada. 'Ben bu notları aldım, tuttum. Darbe işbirlikçisi olmakla yargılanıyorum. Bu notları tutarken benimle konuşan insanların hepsi dışarıda bu nasıl iştir' diyor. O çok haklı bir soru tabii. Bu tepkiyi de yaratan şeyden bende çok memnun değilim açıkçası. Ve sanki böyle 12 Mart-12 Eylül döneminin siyasi yargılamalarına dönüşüyor gibi bir izlenim içindeyim, inşallah böyle bir şey olmaz.

Muvazzaf ve emekli kuvvet komutanlarının ifade vermeye gelmesini yeterli bulmuyor musunuz?

'Sarıkız' diye bir darbe planımız var. Jandarma Genel Komutanlığı'nın bilgisayarlarında yazılmış. Bunun kanıtını Ergenekon dosyasında görüyorsunuz. Yani en azından bu hükümeti devirmek için bu devletin bütçe imkân ve kabiliyetleri kullanılmış. Planı hazırlayanların tamamı devlet memuru asker kişiler ve mesailerini buna harcamışlar. Bu planın varlığını hükümet 2004 yılının Şubat ayında biliyordu. Ve hiçbir şey yapmadı. Yani o dönem bazı önde gelen hükümet üyelerinden biz işittik, 'Sarıkız filan onların hepsini biliyoruz' laflarını. Sarıkız'ın falan ne olduğunu biz daha sonra birkaç yıl sonra 'dedikleri buymuş meğer' olduk. Yapabileceği çok küçük bir işlem vardı. Başbakanlık Teftiş Kurulu'nu olağanüstü yüksek teftiş yetkileri vardır. Başbakan bir talimat verir, devletin her yerine girer o teftiş kurulunun müfettişleri. Onlar neredeyse savcı yetkisine sahiptir, girerler her şeyi bulurlar çıkartırlar, ifadelerini alırlar, raporlarını yazarlar, raporları başbakana iletirler, başbakan altına bir imza çakar, suç duyurusu olarak Ankara-İstanbul nereye gönderecekse savcılığa gönderir. Bu darbe teşebbüsü 2004'te ortaya çıkarılabilirdi. Ama ne oldu? Dönemin genelkurmay başkanı, o teşebbüsün nakıs kalmasını sağladı. Ve üstü örtüldü. Şimdi 'Balyoz'u konuşuyoruz. Aynı dönemde MİT müsteşarı Cumhuriyet Gazetesi'nin yöneticileriyle konuştuğunda, 'siz 1. Ordu'ya bakın, onlar ihtilal planlarını hazırladılar bile' diyor. Cumhuriyet Gazetesi yöneticilerine söylemekten çekinmeyeceği bir bilgiyi herhalde Başbakan'a, Genelkurmay Başkanı ve Cumhurbaşkanı'na da söylüyordu. 2003'de bunun hukuki gereği yapılmış olsaydı, 'Sarıkız', 'Ayışığı', 'Eldiven' 'Kafes' diye bir planımız olmayacaktı.

Sizce bu kadar kolay mı bu dediğiniz şeyler?

Seferberlik Tetkik Kurulu'nda bir arama yapıldı ama ne kadar zor gerçekleştiğine şahit olduk.
Girilmedi değil en sonunda girdi hakim, haftalarca arama yaptı. Her şeyin bir hukuki durumu var. Onları yerine getirdiğiniz sürece bir şey olabileceğini zannetmiyorum. Türkiye'nin 3. Ordu'sunun komutanı bir dava iddianamesinde terör örgütü üyesi olmakla suçlanıyor. Bu örgütün üyesi ve yöneticisi olmakla suçlanıyor ve görevde. Ya hükümet savcının iddianamesini o kadar da ciddiye almıyor ya da başka bir şey var. Hukukun hepimize eşit işlemesi gerekir ve hükümetin de başlıca görevi kanunların uygulanmasını sağlamaktır. Ya da savcı yetersiz bir iddianame yazıyorsa, bu da çok önemli bir problem. Eften püften suçları alt alta yazıp bir iddianameye çevirip Türkiye'nin saygın, saygıdeğer insanlarını zan altında bırakıyorsa savcılarımız, bununla ilgili tedbir almak da hükümetin görevidir. Ya ciddiye alacaksın savcıların yaptığı iddianameleri ya da ciddiye almayacaksan neden ciddiye almadığını ortaya koyup bunu düzeltecek çareleri üreteceksin. Aynı şey Şemdinli'de de oldu. Şemdinli'deki savcı, belki de üzerine vazife olmayan bir şeylere kalkıştı ve hakkında hiçbir delil yazmadığı insanların isimlerini iddianamesine koydu. Bunun cezası da adamın işten atılması oldu. Şemdinli savcısı bir arkadaşının avukatlık bürosunda avukatlık lisansını kaybettiği için kendi kendine çalışıyor, ailesini geçindirmeye çalışıyor zavallı adam. Bu da çok aşırı bir cezalandırma biçimi.

Darbe ve muhtıra sorunlarının ana sebebi askerin kendini konumlandırdığı noktadan mı kaynaklanıyor?

EMASYA protokolleri denen şeyler var. Asker diyor ki 'Yarın öbür gün bana asayişi sağlamak açısından bir görev düşebilir. Onun için ben önceden hazırlık yapayım. Kimler tehlikeli insanlar…' Bu derece detaylı hazırlıkları, planları var. Bu kapsam içinde de insanları fişliyor. 'Bunlar tehlikeli insanlardır. Ben bir hadise olduğunda bunları toplayayım' İşte o Balyoz'da deniyor ya 200 bin kişi çıkan orada. Sözde bir soru soruluyor. 'Nedir böyle bir şeyin tepkisi ne olur?', 'İstanbul ve civarında bu çeşit sakıncalı işlere bulaşabilecek 200 bin civarında nüfus var.' deniyor. 'Birazını Abdi İpekçi'ye, birazını Fenerbahçe Stadı'na doldururuz falan' diyorlar. EMASYA protokollerini iptal etti hükümetimiz. Göstermelik bir şeydi. Esas kanunda yazıyordu. Daha önemlisi şu: Bizim bir Milli Güvenlik Siyaseti belgemiz var. İşte devleti gizli anayasası, kırmızı kaplı defter filan böyle diye abartılı ifadelerle anlatılıyor. 'Nedir bu kardeşim, bir hukuk devletinde bunun geçerliliği nedir? Sıfır.' İç tehdit diye bir kavram var. Oradan da iç düşman diye bir kavram var. Kim bu iç tehdit, düşman? Bizim vatandaşlarımız. Bunlar suç mu işlediler? 'Yo hayır. Ama işleyebilirler. O yüzden tehditler.' İşlesin, savcı gitsin yakalasın. İşlemediyse adamı niye fişliyorsun. 'Fişliyoruz abi biz.' Bu mantık buradan geliyor. Bunu tersyüz etmeden; iç düşman diye bir şey olamayacağını içtenlikle kabul etmeden hiçbir yere varamayız. Bu iş bir anlamda paranoyaya da varmış durumda. Asker savaşmak için var. Sokaklarda asayişi korumak için yok ki.

Danıştay saldırısında bozuk olduğu iddia edilen kameraların aslında silindiği ortaya çıktı. Soruşturma bu noktadan sonra nasıl bir seyir izler?

Bu soruşturmanın bütün detaylarına da hâkim değilim. Şunu biliyorum: Danıştay saldırısı sonuçları itibarıyla Türkiye'de Ayışığı ve Yakamoz adı verilen darbe planlarının hayata geçmesinde bir manivela olarak kullanıldı. Sonuçları itibarıyla böyle kullanıldığını biliyoruz. Çok büyük bir cenaze töreni yapıldı, arkadan mitingler yapıldı, o oldu, bu oldu. Ve Türkiye'de tuhaf bir ortam oluştu. Zaten o ortamdı o planların arzuladığı, oradan da maksimum faydayı elde etmeye çalıştılar elbette. Dolayısıyla Danıştay saldırısı çok önemli bir saldırı her bakımdan şimdi. Biz bugün neyi öğreniyoruz? Ergenekon mahkemesi o hard diskleri istiyor, ondan sonra TÜBİTAK'a gönderiyor. Ankara'da ilk Danıştay davasını gören mahkeme bayağı 'yasak savar' bir soruşturma ve yargılama yapmış. Yani mahkeme başkanı kendisini şey diye savunuyor. 'Suçüstü haliydi adam inkar etmedi zaten itiraf etti.' Aynı tipik durum Hrant Dink cinayeti için de söz konusu. Ergenekon savcılarının Ümraniye'de kıytırık bir gecekondunun üst katında çıkan 26-27 tane el bombasından hareketle başlattığı soruşturmanın geldiği yere bir bakın. Bir de Hrant Dink soruşturmasının geldiği yere bir bakın. Aynı savcı, aynı yöntem, aynı isteklilikle Hrant Dink'i soruştursa onlarca polis ve jandarma görevlisi o mahkemede o gün Samast ve Yasin Hayal ile birlikte yargılanırdı. Azınlıklar Tali Komisyonu'nun belgelerine ulaşır ve komisyonun üyelerini de o mahkemede yargılıyor olurdu. Dışişleri Bakanlığı'nın koca koca adamalarını, İçişleri Bakanlığının, MİT Müsteşarlığının koca koca adamları evlerinde basılır, gözaltına alınır giderdi.

Danıştay saldırısı sonrası en ağır manşeti atan gazetelerden birisiydiniz. Hiç kandırıldığınızı düşündünüz mü?

Ne manada? Hürriyet 'Türkiye'nin 11 Eylül'ü' dedi. Biz o çizgide değildik. Biz 'Danıştay'a Türk İslam sentezci saldırı' dedik.

Şu anda hâlâ öyle gözüküyor mu?

Ben Danıştay saldırısında bunun bir provokatif eylem olduğunu düşündüm zaten. Bunu 'İslamcılar Akit gazetesi okudu ondan sonra da öldürdü' falan diye düşünmedim. Bu çeşit komploları hazırlayan örgütlerin öyle yöntemleri olabiliyor ki. Siz gidiyorsunuz bir yere bomba atıyorsunuz. Size bomba attıranın onlar olduğunu bilmeyebilirsiniz. Alparslan Arslan da bilmiyor olabilir. Hatta bilmemesi gerekir belki. Onu teşvik edenler, 'böyle bir şey yapsan ne olur' diyenler o örgütün aracısının aracısı olabilirler. Mehmet Ali Ağca şimdi gitti Papa'yı vurdu. Bizde hâlâ 'Ben gittim kendi kendime Papa'ya kızıyordum vurdum.' sözüne inanmamızı bekliyor. Değil, arkasında bir örgüt var. Ona yardım edenler var, silah verenler var.

Son dönemde fişlenen gazeteciler arasında sizin de adınız geçti. Sizi neden fişlemiş olabilirler?

Şener Eruygur kaynaklı olduğundan hiç şüphem olmayan bir belge var. 10-11 kişi vatan hainleri listesi var.

Vatan haini olduğunuz fikri neden oluşmuş olabilir?

Kıbrıs'ta çözümü savunduğum için.

Yazılarınızdan dolayı eleştiri aldınız mı?

Tabii olmaz mı. Sadece Ergenekon değil. Tabii Ergenekon da bir parçası ama bu Türkiye'deki kutuplaşma ortamı o hale gelmiş ki artık görüşemediğim arkadaşlarım var. Benimle görüşmeyi tercih etmeyen bir sürü tanıdığım da vardır eminim. Kavga çıkıyor masada hemen. Vay 'siz satılmışsınız bilmem nesiniz' falan.

Ajan gazeteciler tartışması var bir de. Uzun süre yöneticilik yaptınız. Bu yönüyle şüphelendiğiniz bir mesai arkadaşınız oldu mu?

Direkt ben çalışmadım; ama dolaylı olarak çalıştım. Yeni Yüzyıl gazetesini çıkartırken Turkish Daily News gazetesiyle bir nevi haber ortağıydık. Turkish Daily News'in Ankara haberlerini de kullanırdık. Hayri Birler de Turkish Daily News'in Ankara'da çalışan gazetecilerinden biriydi. İyi de bir gazeteciydi. Hepimiz bilirdik, Hayri Birler MİT ajanıydı. Herkes bilirdi.

Peki kendinizi savunma anlamında ne yapıyordunuz?

Biliyorsun onun MİT ajanı olduğunu. Onun haberlerine o gözle bakıyorsun. Bazen çok önemli, çok ilginç haber getiriyor size. Bazen de sizi manipüle etmeye çalıştığını fark ediyorsunuz. Manipülasyona gelmemeye çalışıyorsunuz çok fazla. Ama işte ondan da bazen çok özel durumlarda çok özel bilgiler gelebiliyor. O bilgiler de gazeteciler için kıymetli bilgiler kabul etmek gerekir ki. Ankara'da bu, hep bilinen bir şeydi. Fakat dedikodu seviyesindeydi. Hayri MİT'çidir falan diye. Şimdi bugün Hayri Birler gazetecilik yapmıyor. MİT'de çalışıyor. Böyle bir örneğimiz var. Hasan Cemal'in verdiği meşhur bir örnek vardır. 27 Mayıs'tan sonra galiba. Cumhuriyet ya da başka bir gazetenin Ankara bürosunda çalışan birisi. Darbenin ertesi günü subay üniformasıyla gelir işe. Meğer adam subaymış.

Size bu yönde bir teklif geldi mi?

Bana öyle bir tehditle karışık bir teklif geldi. Esasında tehdit edildim. Hikâye şu, çok komik bir hikâye. Alaattin Çakıcı, Fransa'da yakalandı. Yakalandığı sırada üzerinden çıkan şeylerin de fotoğrafını gösterdi. Kırmızı pasaportunun açılmış Alaattin Çakıcı'nın fotoğrafı olan sayfasının fotoğrafı vardı. Ben de o zaman Radikal'in Ankara temsilcisiyim, o fotoğraf geldi. Pasaportun üzerinde bir numara var. Telefon ettim Dışişleri Bakanlığı'ndaki arkadaşlarımdan bir tanesine 'Ya bir şey soracağım. Kırmızı pasaport nasıl hazırlanıyor?' Dedi ki: 'Biz hazırlıyoruz. Dışişleri Bakanlığı Protokol Dairesi hazırlar kırmızı pasaportu.' 'Peki nedir bunun yöntemi?' Açtım sordum 'Bu nasıl hazırlanıyor? Dediler ki: 'Her yıl kırmızı pasaportlara bir numara veriyoruz. Diyelim ki o yıl ne 1999 olsun. 1999/1 mesela o yıl verdiği 1. pasaport; 2, 3, 4, 5 diye devam ediyor. Bu Alaattin Çakıcı'dan çıkan pasaportun üzerinde de bir numara var. Unuttum şimdi numarayı ama diyelim ki 1999/167 olsun. Dedim ki 'Bir şey sormak istiyorum. Gizli bir şey değilse bunu bana söyleyebilir misiniz?' '1999/167 numaralı pasaport kime ait?' 'Dur bi bakayım dedi defteri açtı adam buldu', 'Bunu size söyleyemem kusura bakmayın gizli bilgi.' dedi. Biraz daha araştırınca bu pasaportun MİT'e tahsisli bir pasaport olduğu anlaşıldı. Biz de ertesi gün 'Çakıcı'nın pasaportu MİT'ten' diye verdik. Haber çıkınca, bir hafta sonuydu, hatta hatırlıyorum otelin havuzunun kenarında kitap okuyorum. Bir telefon çaldı. Dediler ki 'MİT'ten bekleniyorsunuz.' Şenkal Atasagun Müsteşar. Ağzından alevler çıkıyor. Ama nasıl bağırıyor. Dedim ki 'Ya niye bağırıyorsunuz, nedir yani?' Bir de böyle soruşturma dosyalarını yığmış masasına. 'Gel sana göstereyim' dedi. 'Bakmam' dedim. Çakıcı hakkında kaç tane soruşturma açmış, Çakıcı ile ilişkisi olanlar hakkında ne kadar soruşturma açmış, bir sürü böyle dosya var. 'Gel bak' dedi. 'Ya niye bakayım bakmam. Beni sırlarına dahil edeceksin, ondan sonra da manevi baskı altında bırakacaksın. Bakmam.' Daha sona iş şu noktaya geldi: 'Benden haber kaynağını istiyor. Ben de size anlattığım hikayeyi aynen anlatıyorum orada. İnanmıyorlar bana. Bağırış çağırış. En sonunda şuraya geldik. Bir tehdit. Dendi ki: 'Sen bize yardımcı olursan biz de sana yardımcı oluruz. Biz sana özel haberler veririz, sen de bize zaman zaman böyle bilgi verirsin. Bu ilişki bir kere böyle başladı mı bir daha onun ucunu getiremezsiniz. Dedim ki 'Sakın ha ne siz bana böyle bir şey teklif edin ne de ben sizden böyle bir şey duymuş olayım. Hadi bana eyvallah' dedim, çıktım gittim.

(Cihan)

22 Haziran 2010 Salı

Uyandırma cinayeti


Adana'da bir kişi, "sabah beni uyandır" diyen eşini uyandırmayınca aralarında çıkan tartışma sonucu karısını silahla vurarak öldürdü.
Güncelleme:22 Haziran 2010 14:45
ADANA (İHA) - Çiftin hemşire kızları, babasının annesini öldürdüğü haberini alınca geldiği evde adeta yıkıldı.

Olay , merkez Seyhan ilçesi Meydan Mahallesi 3933. Sokak 1 numaralı evin 1. katında meydana geldi. İddiaya göre, 30 yıldır evli olan ancak aynı evde 4 yıldır küs yaşayan 3 çocuklu Hacı Ali (50) ve Faike Yılmaz (50) çifti, sabah uyandırma meselesi yüzünden tartıştı. Dün gece yatarken Faike Yılmaz, eşine "Sabah işe giderken beni de uyandır" dedi. Ancak Hacı Ali Yılmaz eşini uyandırmadı. Eşinin ayak seslerine uyanan Faike Yılmaz, kalkarak "Neden beni uyandırmadın" diye eşine küfretti.

Bunun üzerine Hacı Ali Yılmaz, bulundurma ruhsatı olan 7.65 milimetre silahıyla eşine iki el sıkarak öldürdü. Eşini öldürdükten sonra 155 Polis İmdat'ı arayan Yılmaz, "Ben eşimi öldürdüm evdeyim, gelin beni alın" dedi. Polis hemen olay yerine ambulans isteyerek, cinayetin işlendiği eve gitti. Zanlı, Adana Emniyet Müdürlüğü Cinayet Büro Amirliği ekipleri tarafından sorgulanmak üzere emniyete götürüldü. Zanlının sorgusunda eşinin depresyon ilacı kullandığını, sabahleyin tartıştıklarını, şiddetli geçimsizlik yaşadıklarını, eşinin son olarak kendisine küfür ettiğini, bu nedenle öldürdüğünü söylediği öğrenildi.

Olay yerinde ise acı ve gözyaşı vardı. Yılmaz'ın 3 çocuğu da olayı duyar duymaz eve geldi. Çocuklarından hemşire olan kızı Duygu Kutan, üzerindeki 112 Acil Servis üniformasıyla olay yerine koştu. Olay yerine arkadaşlarıyla birlikte gelen Kutan, annesinin cansız bedenini görünce gözyaşlarına boğuldu. Duygu hemşireyi arkadaşları teselli etmeye çalıştı. Ölen kadının yakınları da olay yerine gelerek feryat etti. Cenaze, otopsi yapılmak üzere Adana Adli Tıp Kurumu morguna kaldırıldı.

Aynı beyni paylaşıyorlar


Tatiana ve Krista Hogan, dünyada aynı beyni paylaşan tek yapışık ikizler.
Güncelleme:20 Haziran 2010 15:06
Öyle karmaşık bir şekilde yapışık olarak dünyaya gelmişler ki, ameliyatla ayrılamıyorlar.

Miniklerin aileleri, küçük kızların arasındaki sinirsel bağlar sayesinde özel yeteneklere sahip olduklarını ve hatta dünyaya birbirlerinin gözlerinden bakabildiklerini söylüyor.

Bu alışılmadık ve zor durumlarına rağmen, üç yaşındaki kızkardeşler her zaman gülen yüzleriyle etraflarına neşe ve mutluluk saçıyor.

Birlikte inanılmaz bir şekilde uyumlu hareket edebilen Tatiana ve Krista bazen farklı yerlere gitmek ya da farklı şeyler yapmak istediklerinde sorun yaşayabiliyorlar.

Kanada Vancouver'da yaşayan ikizler bilim dünyasını da şaşkına çevirmiş durumda.

İkizlerin doktoru nörolog Doug Cochrane, "Bu ikizler, şu anki bilgilerimize göre, ortak nörolojik bağlantıya sahip tek yaqışık ikizler. Bu bağlantıyı paylaştıkları, beynin thalamus bölgesinden sağlıyorlar. Bu ikizlerde onları eşsiz kılan sinirlerle oluşan gerçek bir köprü var" diyor.

Bu durum ikizlerin ameliyatla ayrılmalarını da olanaksız kılıyor.

ÖZEL YETENEKLERİ VAR...
Anneleri Felicia, bu bağlantının ikizlere eşsiz güçler verdiğine inanıyor: "Norman yapışık ikizlerin paylaşmadığı şeyleri paylaşıyorlar. Birbirlerini görebilme, birbirlerinin gördüklerini birbirlerinin gözünden görebilme gibi özel yetenekleri var."

Felicia, yapışık ikizlere hamile olduğunu öğrendiği zamanı, "Doktor oturdu ve 'Bunun nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum, ama kızlarınız yapışık ve başlarından yapışıklar' dedi ve 'Kızlarınızın yaşayıp yaşamayavağını bilmiyorum. Hala onları aldırabilecek zamanınız var' der gibiydi... Gözlerinin içine baktım ve 'Böyle bir şey asla olmayacak' dedim" diye hatırlıyor.

Daha küçük olan Tatiana, daha geniş bir kalbe sahip ve Krista'nın beynine giden kanın büyük bölümünü pompalıyor.
Anne Felicia, "Bugünü yaşıyoruz. Yarını unutuyoruz ve yarın olduğunda yarınla uğraşırız" diyor.

Flaş...İki karakola aynı anda hain saldırı

1 asker şehit oldu, 1 asker yaralandı; 4 terörist de öldürüldü
Güncelleme:22 Haziran 2010 08:15
DİYARBAKIR'ın Silvan İlçesi'ne bağlı Çatakköprü ve Bağdere köylerindeki jandarma karakollarına bu akşam aynı saatlerinde PKK'lı teröristler tarafından düzenlenen saldırıda 1 asker şehit oldu. 2 asker de yaralandı.

Bağdere Karakolu'na saldırıdan sonra gasp ettikleri otomobille dağlık alana kaçan 4 terörist ise güvenlik güçlerinin düzenlediği operasyon sonucu silahlarıyla ölü olarak ele geçirildi. Diyarbakır Valisi Mustafa Toprak'ın ise Silvan'da incelemelerde bulunduktan sonra kent merkezine dönerken 10 kilometre uzaklıkta çatışma olduğu haberi iletilince güzergahını değiştirilerek tekrar ilçeye döndü. Geniş güvenlik önlemlerinin alındığı bölgede operasyonlar sürdürülüyor.


Diyarbakır- Silvan karayolu üzerinde bulunan iki jandarma karakoluna bu akşam saat 20.00 sıralarında PKK'lı teröristlerce eş zamanlı saldırı düzenlendi. Silvan'a 18 kilometre uzaklıkta bulunan Batman Karayolu üzerindeki Çatakköprü Köyü Jandarma Karakolu'na, dağlık alandan bir grup PKK’lı terörist tarafından taciz ateşi açıldı. Karakoldaki askerlerin de karşılık vermesiyle başlayan çatışma 15 dakika sürdü. Teröristler havanın da kararmasından yararlanarak dağlık alana doğru kaçtı.

Aynı saatlerde Silvan İlçesi'ne bağlı Diyarbakır karayolu üzerindeki Bağdere Köyü Jandarma Karakolu'na içinde 4 kişinin bulunduğu sivil bir otomobilden ateş açıldı. Teröristlerin uzun namlulu otomatik silahlarla açtığı ilk ateş sırasında 1 asker şehit olurken, 2 asker de yaralandı. Güvenlik güçlerinin de ateş açması üzerine yaşanan kısa süreli çatışmanın ardından teröristler, gasp ettikleri öğrenilen otomobille Hazro İlçe karayolu üzerinde bulunan dağlık alana doğru kaçtı.

4 TERÖRİST ÖLDÜRÜLDÜ

Bağdere Jandarma Karakolu'ndaki askerler, çatışmanın ardından kaçan teröristleri etkisiz hale getirmek üzere panzerlerle sivil aracı takibe aldı. Otomobil dağlık alanda terkedilmiş olarak bulununca güvenlik güçleri bölgeyi abluka altına aldı. Sürdürülen operasyon kapsamında kaçış yolları tutulan 4 terörist güvenlik güçleriyle girdiği çatışmada silahlarıyla birlikte ölü olarak ele geçirildi.

VALİ 10 DAKİKAYLA ÇATIMANIN İÇİNE GİRMEKTEN KURTULDU

Diyarbakır’ın Silvan İlçesi'nde okullarda eğitim kalitesinin arttırılması projesi kapsamında başarılı olan okullar için düzenlenen ödül törenine katılmak amacıyla öğlen saatlerinde giden Vali Mustafa Toprak ise, 10 dakika süreyle çatışmanın ortasında kalmaktan kurtuldu. Silvan Kaymakamı Doğan Demirdaş’ı makamında ziyaret edip ilçede bir dizi incelemelerde bulunan Vali Mustafa Toprak, akşam saatlerinde yoğun güvenlik önlemleri altında Diyarbakır kent merkezine dönmek için hareket etti. Silvan İlçesi'ne 30 kilometre uzaklıkta bulunan Bağdere Köyü Jandarma Karakolu'na yapılan saldırı, 10 kilometre kala kendisine bildirilen Vali Mustafa Toprak, güvenlik tedbirleri kapsamında güzergahı değiştirilerek Silvan İlçesi'ne geri döndürüldü. Bölgede güvenlik güçlerinin operasyonları sürdürülüyor.

PKK’lı tarafından sivil bir otomobilden atılan el bombaları ve uzun namlulu silahlarla açılan ateş sonucu karakolun nizamiye kapısında nöbet tutarken şehit olan jandarma erin, Mardin'in Midyat İlçesi doğumlu Salih Albayrak olduğu belirlendi. Saldırıda Karakol Komutanı Jandarma Kıdemli Başçavuş Aziz Bektaş Kaymak ile isimleri belirlenemeyen 3 erin yaralandığı öğrenildi. Askerler ile PKK'lılar arasında karayolunda çıkan çatışmada ayrıca yoldan geçen araçlara isabet eden mermilerle isimleri henüz belirlenemeyen 4 sivil vatandaşın da yaralandığı kaydedildi.

Bölgede operasyonlar devam ediyor.

İstanbul Halkalı'da patlama:4 ölü


İstanbul Halkalı'da askeri lojman yakınlarında jandarma personelini taşıyan sivil otobüsün yakınlarında patlamada oldu.
Güncelleme:22 Haziran 2010 08:16
Askeri lojmanları TEM otoyoluna bağlayan yolda, tenha bir bölgede meydana gelen patlamanın şiddetiyle otobüsün camları tamamen kırıldı, alt kısımda yoğun hasar göze çarpıyor.

Patlama 4 kişi yaşamını yitirdi. Şehit olan askeri personelin jandarma uzman çavuş Çağlar Bölükbaşı, Uğur Ekiz ve Jandarma Kıdemli Üstçavuş Bekir Çelik olduğu öğrenildi. Bu arada hayatını kaybeden 17 yaşındaki Buse Sarıyağ'ın da bir askeri personelin kızı olduğu belirtildi.

Olayda 2'si ağır 15 kişi de yaralandı. Yaralılar çevredeki hastanelere kaldırılarak tedavi altına alındı. Ağır yaralıların ameliyata alındığı ama durumlarının ciddi olduğu açıklandı.

Patlamanın yol kenarına bırakılan bombalı bir paket yüzünden olduğu, bombanın parça etkili ve uzaktan kumandalı olduğu belirlendi. Bombanın refüjün kenarına bırakıldığı ve muhtemelen cep telefonuyla patlatıldığı düşünülüyor.

Uzman ekipler hem arazide hem de otobüsün içinde araştırmalarını devam ettiriyor.

Sabah iki otobüsün Halkalı'daki askeri lojmanlardan çıktığı, TEM otoyoluna girilecek noktada bir patlama olduğu ve arkadaki otobüste büyük hasar meydana geldiği gözleniyor. Otobüsün özellikle orta ve arka kısmında büyük hasar görünüyor.

Saatler ilerledikçe bölgede askeri ekiplerin giderek arttığı görünüyor. Bölgedeki emniyet şeridi giderek büyütülüyor.

Patlama sırasında otobüsün hemen ardında ilerleyen otomobilin sürücüsü, "Yolda ilerliyorduk. Arkamdaki otobüsün askeri araç olduğunu fark edince yol verdim. Beni yaklaşık 50 metre geçmişti ki büyük bir patlama meydana geldi. Yaralılar vardı. Çok büyük bir panik havası yaşandı" diye konuştu.

Öte yandan, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz incelemelerde bulunmak üzere olay yerine geldi.

OLAYI ÜSTLENEN YOK

İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, olayın ardından açıklamalarda bulundu. İşte Mutlu'nun açıklamalarından satır başları:

- Olay terör saldırısıdır. Ama olayı üstlenen yok.

- Bomba uzaktan kumandalı, parça tesirli.

Cep'le tuzak kurdular


İstanbul Halkalı'da 3 askeri servisin geçişi sırasında meydana gelen patlamanın ayrıntıları ortaya çıkmaya başladı.
Güncelleme:22 Haziran 2010 11:25
Halkalı'da Atakent Kimsesizler Mezarlığı yakınlarında meydana gelen patlama sonucu en arkada bulunan üçüncü araçta hasar meydana geldi. Aracın özellikle orta ve arka kesiminde büyük tahribat oluştu.

Patlama 4 kişi yaşamını yitirdi. Şehit olan askeri personelin jandarma uzman çavuş Çağlar Bölükbaşı, Uğur Ekiz ve Jandarma Kıdemli Üstçavuş Bekir Çelik olduğu öğrenildi. Bu arada hayatını kaybeden 17 yaşındaki Buse Sarıyağ'ın da bir askeri personelin kızı olduğu belirtildi.

Sarıyağ’ın babasıyla birlikte okula gitmek için serviste bulunduğu öğrenildi.

İKİ YARALININ DURUMU CİDDİ

Patlamada, 15 kişi de yaralandı. Durumu ağır olan 2 kişi, ameliyata alındı.

CEP TELEFONUYLA PATLATILDI

Saldırının yol kenarına bırakılan parça tesirli bir bombanın, uzaktan kumandayla patlatılması sonucu gerçekleştiği belirtildi. Bombanın cep telefonuyla patlatıldığı belirtildi.

Olay yerine giden polis ekipleri, ikinci bir bomba ihtimaline karşı inceleme yapıyor.

'BİRİ KAÇTI, POLİS ATEŞ ETTİ'

Bir görgü tanığı, NTV'ye yaptığı açıklamada, sabah saatlerinde bir ses duyduğunu ve ardından da dumanlar gördüğünü açıkladı.

Olay yerine gittiğinde yaralılarla karşılaştığını belirten görgü tanığı, yaralıların yoldaki otomobillerle hastanelere götürüldüğünü söyledi.

Olayın ardından bir kişinin kaçtığını gördüğünü belirten görgü, polisin de havaya 4 kere ateş ettiğini anlattı.

YİNE HALKALI

8 Haziran’da Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü’ne ait servis otobüsünün Halkalı Bezirganbaşı mevkisindeki Mehmet Akif Ersoy Hastanesi’nin önünden geçişi sırasında bombalı saldırıda bulunulmuştu. Saldırıda 15 kişi yaralanmıştı.

İki olay arasında bağlantı olma ihtimali üzerinde duruluyor.

17 Haziran 2010 Perşembe


Flaş...Savunma sanayinde devrim
Nurol Teknoloji A.Ş bünyesindeki Türk mühendisler, 3 yıl süren Ar-Ge çalışmalarının ardından savunma sanayinin en büyük ihtiyaçlarından biri olan ileri balistik zırh üretmeyi başardı.
Güncelleme:17 Haziran 2010 15:02
Nurol Teknoloji A.Ş bünyesindeki Türk mühendisler, 3 yıl süren Ar-Ge çalışmalarının ardından savunma sanayinin en büyük ihtiyaçlarından biri olan ileri balistik zırh üretmeyi başardı. Zırhlı araçlar daha önce genellikle İsrail tarafından zırhlanıyordu.


Türkiye'nin ilk yerli zırhı olan ve “T-Zırh” (Türk Zırh) adı verilen ürünün geliştirilmesi için Nurol Teknoloji A.Ş. 15 milyon euro yatırım yaptı.

Nurol Şirketler Grubu bünyesindeki Nurol Teknoloji A.Ş, 2008 yılında savunma sanayine yönelik tamamen yerli ileri balistik zırh üretimi yapmak amacıyla başladığı çalışmaları tamamladı. Nurol Şirketler Grubu'nun Ankara'daki tesislerinde üretilen balistik zırh, yurt dışında ve yurt içinde askeri ve özel kurumlarda testlerden başarıyla geçti.

Türk Zırhı, güneydoğu'da görev yapan askerlerde, binalarda, her türlü kara ve hava araçlarının korunmasında kullanılabilecek.

Firma yetkilileri, standart bir balistik koruyucu yeleğin (çelik yelek) 6-8 kilogram arasında değiştiğini, Türk mühendislerince geliştirilen yeleklerin ise 4-5 kilo olduğunu belirttiler.

En yüksek seviyede koruma ya sahip bir balistik koruyucu yeleğin yaklaşık 13 kilogram olduğunu ifade eden yetkililer, Nurol Teknoloji'de aynı koruma derecesine sahip yeleğin 7-9 kilo olduğunu kaydettiler.

Zırhlı araçların daha önce genellikle İsrail tarafından zırhlandığını ifade eden yetkililer, “Zırh konusunda dışa bağımlıydık. Ülkeler, zırh teknolojisinde kullanılacak makine ve ekipmanları dahi satmazlar. Biz kendi bünyemizde zırh teknolojisinde kullanılacak fırınları ve makinaları da kendimiz ürettik. Artık zırh çözümlerini tamamen yerli olarak üretebiliyoruz. Hammaddeleri de tamamen yerli olarak üretiyoruz. Bu stratejik bir konu ve Türkiye'nin gücüne güç katacak” diye konuştular.

DÜNYANIN EN İYİLERİ ARASINDA

Ürettikleri zırh numunelerinin yurt dışında testlerden geçtiğini ve başarılı sonuçlar alındıktan sonra bir çok ülkeden ciddi talepler almaya başladıklarını anlatan yetkililer, şunları kaydettiler:

“Ülkeler, başka bir ülkeye zırh satarken, hiç bir zaman en iyi zırhlarını vermezler. Genellikle eski model, bir önceki geliştirdikleri zırhları satarlar. Geliştirdiğimiz zırhlar, dünyanın en iyileri arasında. Onun için biz de en iyi çözümlerimizi ülkemiz için saklayacağız. Çünkü bu stratejik bir konu çünkü. Askerimiz Güneydoğuda çok zor şartlarda mücadele ediyor. Zaten çok ağır yükler taşıyorlar. Balistik zırhlı yelekler çok ağır geldiği için taşımak istemiyorlar. Halbuki daha hafif çelik yelekler sunduğumuz zaman onlar da kullanacaktır bunu.”

DÜNYADAKİ 3 FİRMADAN BİRİYİZ

Yetkililer, Nurol Teknoloji A.Ş'nin, Ar-Ge çalışmalarının ardından zırh yapımında kullanılan malzemelerden bor karbürü üreten dünyada 3 firmadan biri haline geldiğini, bu malzemenin çok hafif olduğu için özellikle hava taşıtlarında ve personel yeleklerinde kullanıldığına işaret ettiler.

Hassas ve gelişmiş üretim teknikleri ile her türlü tehdide karşı dayanıklı, uluslararası standartlara uygun, hafif ve ergonomik ileri seramik plakaların üretimini de gerçekleştirdiklerini anlatan yetkililer, istendiği takdirde her tür balistik ihtiyaca, çevresel koşullara, çoklu atış kriterlerine uygun olarak değişik tehditlere karşı tasarımlar da yapabildiklerini kaydettiler.

KAYNAK:www.mynet.com